Ten
Sen vazgeçilmezsin Taeyong.
Tanrı biliyor ya, iğneyi az daha Yeji'nin gözüne sokacaktım. Neyse ki öyle bir şey yapmamıştım yoksa tüm çabalarım boşuna giderdi.
Kollarımı göğsümde kavuşturup, avucumu kapatarak şırıngayı kolumun altına saklarken Taeyong ile Jeno'nun peşinden usulca yürümüştüm. Her an arkadan birinin üstüme atlamasını bekliyordum. Ama atlayan falan yoktu. Başarı potansiyeline sahip bir mutasyonun heyecanıyla bana dikkat etmemişlerdi. Bu işlemler sırasında Taeyong hariç hiç kimse dikkat etmiyordu zaten. Tek istisna Jeno'ydu ama o da düşüncelerimi okuduysa bile hiçbir şey dememişti.
Serumu tepsiden kaparken bunların hiçbirini düşünmemiştim ama avucumda tutarken biliyordum ki, yakalanırsam buna büyük ihtimalle pişman olacaktım. Jeno düşüncelerimi okuyorsa ve Chenle için çalışmıyorsa o zaman hapı yutmuştuk.
O odadan çıktıktan kısa bir süre sonra asansöre doğru gittiğimizde Yeji ile yeni mutasyona uğramış melez başka bir tarafa yönelmişti. Bu yüzden asansör kapıları kapanırken yalnızdık. Kalbim heyecan ve korkuyla hızlı hızlı çarpıyordu. En sonunda uzanıp Taeyong'un dikkatini çekmek için kolunu dürttüğümde bakışlarını anında yüzüme çevirmişti. Ben de parmaklarımı dikkatlice sıkıp bakışlarımı aşağı indirdiğimde şırınganın sadece ucu görünüyordu. Sonrasında resmen fal taşı gibi açılmış yeşil gözleri karşımdaydı. O anda ikimiz de bunun ne anlama geldiğinin farkındaydık. LH-11 elimizde olduğuna göre boşa harcayacak zamanımız yoktu. Birileri er ya da geç ilacın eksikliğini anlayacaktı. Hatta belki de güvenlik kayıtlarında beni fark edeceklerdi. O 'ya şimdi ya da hiçbir zaman' anlarından biriydi.
Asansör kapıları kapanıp Jeno bize dönerken Taeyong öne doğru kaykılmıştı ama Jeno hızla elini uzatınca kontrol paneline çarparken ki gücü nefesimi kesmeye yeten türdendi. Yine, bir asansör boşluğunda bu sefer üç kişi asılı kalmıştık. O tuhaf, anlamlı gözlerini elime çevirirken başını bambaşka bir varlıkmış gibi yana eğişi ödümü kopartıyordu.
"LH-11'i aldın mı?... Siz ikiniz-.. yapabileceğinizi düşünmemiştim ama Chenle yaparlar demişti." Taeyong'a baktığında yüzü, hiçbir duyguyu ele vermiyordu ve bu daha da korkunçtu. "Ama ikinizin de becerebileceğine ihtimal vermemiştim." Kalbim o kadar hızlı çarpıyordu ki, iğneyi tutan parmaklarım karıncalanıyordu.
"Ne yapacaksın peki?" Ona sertçe sorduğumda dikkati Taeyong'un üstünden bir saniye olsun ayrılmıyordu ve birbirlerine saldırırlarsa buradan kim karlı çıkar bilmiyordum. Muhtemelen ikiye bir olmanın onun için çok da riskli bir yanı yoktu. Zihinsel bazı yetenekleri olması yanı sıra çocuk askerdi! "Chenle'ya serumu neden benim götürmediğimi merak ediyorsun. Burada bulunma amacım o değil ve açıklayacak zaman da yok. Eksikliğini anlamaları an meselesi." Vay canına, Taeyong onun hakkında gerçekten de böyle düşünüyordu. Ama daha ben gerçekten de ilacı Chenle'ya neden Jeno'nun şimdiye kadar götürmediğini düşünemeden bakışları bu sefer de bana dönmüştü. "Aklındaki plan da çılgınca." Kökenleri düşündüğüm doğruydu ama sırf Jeno'yu zihnimden uzak tutabilmek için Rainbow Brite'ın electirc slide dansı yaptığını düşünmeye başlamıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Akis-μός - taeten
FanfictionBir çift yeşil göz, tuhaf kasaba ve ışık insanları. @aroasiren 26.01.21