Bölüm Yedi

156 17 0
                                    

Bir taksi çevirmek ya da otobüse binmek aklıma gelmeyen şeylerdi. Acele etmem gerektiği durumlarda beynimi yitirdiğim daha önce söylenmişti. Şimdi Jinwoo'un kırık sesini duyduğum gibi kafeden koşarak çıkmış ve hala koşarak onun şirketine doğru ilerliyordum.

'Neyin var, canın acıyor mu, nerdesin' gibi sürüyle soru sormam gerekiyordu o an ama hiçbirini yapmadan 'geliyorum' demiş ve kendimi caddeye atmıştım.

Korna çalan bir sürücü sayesinde kendime geldim ve arabalar için geçiş, yayalar için duruş zamanı olduğunu anladım. Ama duramazdım. Jinwoo'un bana ihtiyacı vardı. İç güdülerim ona ulaşmam için kamçılıyordu sürekli beni.

Yavrusunu korumak için kendini feda edebilecek bir anne gibi hissediyordum.

Nefes nefes kaldığımda durmak zorunda olduğumu fark ettim. Tek alnım değil, bütün vücudum ter içindeydi ve hava ciğerlerimi yakıyordu. Bacaklarım titriyordu, bir de ruhum.

Elimle telefon kulübesinden destek aldım ve düşmemeyi başardım. Ne kadar daha kalmıştı Jinwoo'ya ulaşmam için? Telefonuma baktım, bir daha aramamıştı. Bana ihtiyacı vardı ve şuan burada nefes almakla meşguldüm. Bacaklarıma tekrar yüklendim ve bu sefer yola attım kendimi. Önüme çıkan ilk taksinin önünü kestiğimde adam bağırarak kafasını uzattı.

Koşarak adamın yanındaki ön koltuğa oturdum ve arkadaki müşterisini umursamadan Jinwoo'un şirketini tarif ettim. Adam arkada müşterisi olduğunu, hemen arabadan inmem gerektiğini falan söylüyordu ama ben kolumla yüzümdeki terleri silmeye çalışırken "Anlamıyorsunuz, bana ihtiyacı var. Gitmem gerekiyor." diye diretiyordum.

Arkadaki kişinin "Sorun değil, ilk önce arkadaşımı bırakın." dediğinde şoför ve ben şaşkınca arkadaki adama baktık. Sesi tanıdık gelmişti ama ihtimal vermemiştim.

Zaten her ihtimal dışı bıraktıklarım gerçeklikleriyle yüzüme vuruluyordu. Aynı şuan arka koltukta takım elbisesiyle oturan Sung Ja gibi. Gözlerimi kıprıştırdım. Rüya olamazdı değil mi?

Bugünden beri yaşadıklarım rüya mıydı? Nefesim oturduğum için düzene girmeye başlaması gereken yerde Sung Ja'ı görme heyecanıyla daha da düzensizleşirken kendimi cimdikledim.

"Ah!" Etimi fazla sıkmış olmalıydım ki canım çok acımıştı. Kolumu ovarken rüyada olmadığımı fark ettim. Gözlerimi ondan kaçırdım ve önüme döndüm. Üzgünüm Sung Ja ama şuan Jinwoo daha önemliydi.

"Lütfen acele edin." dedim şoföre ve ellerimle saçlarımı ensemden uzaklaştırmaya çalıştım.

On dakika sürmesine rağmen bana on yıl gibi gelen zaman dilimi sonunda Jinwoo'un şirketi önündeydik. Cebimden çıkardığım paraları şoföre uzatırken Sung Ja'ın gülerek bir şeyler söylediğini duydum ama artan tansiyonum nedeniyle anlamdıramadım.

Hemen arabadan attım kendimi ve şirkete girdim. Asansörün daha hızlı olması için bütün tanrılara dua ederken ellerimi yumruk yapıyordum. Titrememi azaltmalı ve terlerimi düzene sokmalıydım. Jinwoo'un karşısına bu kadar aciz çıkamazdım. Karşısındaki iyi görmeliydi ki kendisi de iyi olmalıydı.

Asansör kapısı açılırken suratıma sahte olduğu anlaşılmayacak bir gülümseme yerleştirdim. Sekreter kıza büyük adımlarla ilerlerken Jinwoo'un odasında olduğunu söylemişti kız bana, demek onlarda beni bekliyordu.

Koşarak odasına girdim, kapı tıklamayı akıl edememiştim. İçeri girdiğimde onu masası ardında elleri başının arasında olduğunu gördüm. Üzerinde olması gereken pahalı ceketi yerde, vücuduna tam oturan gömleğini çoğu düğmesi açılmış ve içindeki atlet gözüküyordu kenardan.

Beşe BirHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin