Sarsıntı.

303 28 5
                                    

Merhabaaa ^.^ Hala daha birinci bölüme gelemedik ama yayınlanan üç giriş bölümlerini nasıl buldunuz? Geriye iki üye kaldı ve sonrasında ilk bölüm. Playlistte hikayemin Mino'su için hazırladığım video var, ona da göz atmayı unutmayın. Ha tabi yorum yapmayı da.

"Susadın mı?" Köpeğin hizasına eğilip aynı onun dilimi çıkardım, köpek taklidi yapmak sevimliydi bence. "Aigoo! Dilin nasıl da uzamış, hadi gel sana en yakın yerden su alalım." Ellerimi Rapunzel'in uzun tüylerinden çektim ve doğruldum. En yakınımda sakin bir kafe vardı. 'Sevgili' üvey annemin köpeği Rapunzel'in tasmasının ucunu elimde iyice sıkarken kafeye doğru yürümeye başladım. Su alacağım bir büfe aramaktansa buradan su alabilirdim.

Üvey annemden pek haz etmiyor olabilirdim ama aynı şeyi köpeği Rapunzel veya tekne kazıntısı olarak dünyaya gelen minik üvey kardeşim için geçerli değildi. Onları seviyor ve gerektiği kadar ilgileniyordum. Kafeye girdiğimde dışarının sıcak havasına karşın klimaların burada iyi iş çıkardığına şükrettim.

İlkbahar yavaşça bizi terk ederken geride artan sıcaklıklar bırakıyordu. Rapunzel ile birlikte kasaya ilerledim ve tasmasının ucunu daha da sıkı kavradım, şimdi buradaki lezzetli yiyeceklere doğru koşup beni rezil etmesini istemezdim.

Kasaya yaklaştım ve en sevecen halimle gülümserken birazdan isteyeceğim şeyin beni deli gösterip göstermesini umursamadım. "Bir kâse su istiyorum."

Kasiyer kızın topladığı kızıl saçlarından kaçan tutamı ardından bana attığı tuhaf bakışa karşılık gülümsememi bozmamış bir de suyun fiyatını o söylemeden uzatmıştım, tabi suyu verecek mi o ayrı muammaydı.

Gülümsememi deli kıvamına getirecek kadar gerdim ve parayı tezgâhta kıza doğru sürdüm. Kız sonunda bana pes etmiş ve gözlerini devirerek kasadan uzaklaştı. İçeriye bir kâse su, diye seslense komik duruma düşeceği için kendisi getirmeyi yeğliyordu, evet bunu çözebilmiştim davranışlarından.

Elinde kâseyle bana yaklaştığında kâse tezgâhla buluşmadan kaptım kızın elinden ve arkamda dolanıp duran Rapunzel'e döndüm. Onu çıkış kapısına yakın bir yere çekerek kâseyi yere koydum. Parasını vermiştik ve diğer müşteriler gibi burada yiyip-içme hakkına sahiptik canım! Kimse bize garip bakışlar atamazdı. Hem hava dışarıda öyle sıcakken bir süre burada dikilmek en iyisiydi.

Köpekçik uzun dilini kâsede dolaştırıp bütün suyu içine çekerken bende duvara yaslanmış Amerikanvari düzenlenmiş kafe içine göz gezdiriyordum. Öğle vaktinde yemek yemeye gelmiş iki şişko –Kore standartlarına göre şişkolardı bi kere- lise öğrencisi, üç iş adamı ve bir de cam kenarına ilişmiş, üzerine düşen yakıcı güneşten etkilenmiyormuş gibi önündeki deftere dalmış genç bir çocuk.

Dudaklarımı uzatırken az önümdeki koltuğa ilerledim ve köpeğin tasmasını çektiğimi anlayınca ucunu biraz gevşettim ve merakıma geri dönmek için önümdeki masaya doğru ilerlemeye devam ettim. İki adım daha sonra dikdörtgen masanın iki yanını saran koltuklara yaklaşmıştım. Önümdeki koltuğun sırt kısmına dirsekleri dayadım ve hafifçe eğilerek önündeki deftere odaklanmış gözlüklü çocuğa bakmaya çalıştım.

"AMAN TANRIM! G DRAGON!"

Kendi çapımda yüksek çıkan sesimi bastırmak için parmaklarımı dudaklarıma bastırırken çekik gözlerim Asya dışındaki insanların gözlerine benzeyecek kadar çok büyüyordu. Dudaklarıma sıkıca bastırdığım uzun parmaklarıma sahip olan ellerimden birini kalbime indirdim. Nasıl da hızlı atıyordu. Sanırsın sasaeng fanlardan kaçan bir idol.

Tekrar eski pozisyonuma dönerek G Dragon'un kopyası olan çocuğa baktım birkaç saniye daha. "Nasıl da benziyor! Annesi ne yemiş de bu kadar benzetebilmiş?! Ah bunlar sınırlı üretim ya!" Doğruldum ve aklımda hızlıca çizilmeye başlayan planım için Rapunzel'e döndüm.

Köpeğin tasmasını çözerken "Bunu hemen kapmalıyım Rapunzel ve sende bana bunda yardım edeceksin. Yoksa olası bir aşkı kaçırmaktan bütün kafamı boyayacağım." diye mırıldandım. Gerçekten de okulun 'boya kutusu' lakaplı birisi haline gelmiştim. Ruh halime göre saçımın uçlarını boyatıyordum. Şimdi de saçlarımın uçlarına yeşil hakimdi. 

Rapunzel'in hizasına inerek köpeğin etrafa bakan yüzü kendiminkine sabitledim. "Hadi akıllı Zel'cik. Ben senin için deli olmaya razı oluyorsam sende gösterdiğim masadaki çocuğun yanına ilişecek ve onu yalayacaksın. Bari ben yapamıyorum sen bak bakalım tadına." Saçma fantezilerime daha fazla köpekçiğin katlanmaması için tasmasının hepsini elime aldım ve Rapunzel'e masayı göstererek poposuna vurup onu oraya yolladım.

Hiç annesine –yani üvey anneme- çekmemiş akıllı köpek koşarak G Dragon çakması çocuğun masasının koltuğuna oturdu. Ben ona yavşa demiştim ama bakınız ki o konuda da annesine çekmemiş, itibarlı bir köpekti.

Çocuk başını kaldırıp karşısındaki koltuğa geçmiş ve patilerini masaya yaslamış köpeğe bakarken alt dudağımı istemsiz ısırdım. Bu nasıl bir mükemmellikti? Elimde biriken terleri kot şortuma sildikten sonra masaya doğru yaklaştım. Amacım, 'ah çok özür dilerim bayım, köpeğim birden kaçtı' gibi masum kızların kuracağı bir cümle kurmaktı.

Masaya yaklaşırken çocuğun düşünceli suratı köpeği görmesiyle parıldamış ve iri dişlerini göstererek gülümseme adı verilen ama daha önce hiçbir insanoğluna bu kadar yakışmayan bir eyleme vesile olmuştu. Yüce İsa, Buda, Vişnu, Zeus, Brahma ve daha nice Tanrılar  bu çocuğu hanginiz yarattıysa baya becerikliymişsiniz. Neden bundan sadece bir tanecik vardı, her biriniz ikişer üçer yapamıyo musunuz?

Masaya bir adım kala çocuk başını bana çevirdi. Bu koyu gözler... Beni içine çekiyor ve orada hapsetmek istiyor gibi göründü ve ben buna engel olmak istemedim, bir saniye bile. Bu hissi iki kere daha hissetmiştim. Biri Seungyoon'un konserinde onun bakışlarında, biri de barda o fahişe çocuğun bakışlarında. Aynı his bütün vücudumu dolaşırken içim bambaşka bir hisle yoğruluyordu.

Sanki ruhumun tozları silkeleniyor ve ilkbaharın gelişi gibi canlılık ruhuma işliyordu. Yanaklarım çiçeklerini döküp renklenen meyveler gibi kızarırken, dudaklarım su isteyen toprak gibi çatlıyordu. O gözlerde bu kadar uzaklıkta bile kendimi görüyordum. Ruhum sanki yeni doğmuş bir bebek gibi hayata yeniden başlıyordu. Bulunduğum mekânda bir sarsılma hissettim. Sanki birazdan olacak yıkıcı depremi haber veren ufak sarsıntılar gibi.

Gözlerimi çekmek istiyordum, çünkü artık o bakışlardan korkmaya başlamıştım. Hâlbuki çocuğun bakışları benim şuan ki hislerimden daha masum görünüyordu, bende zaten kendimden korkuyordum. Bu bakışmalarda yaşanan garip olaylar üç olmuştu ve neden benim başıma geliyordu?

Yer iyice sarsılmaya başladığında dengemi sağlayamadım ve yere düştüm, tabi bu sırada çocukla olan göz ilişkimiz sona erdi. Elimle yüzümü bastırıp az önce yaşananların bir hayal olduğuna kendimi inandırmaya çalıştım. Hızlıca yerden kalktım ve aynı benim gibi oturduğu koltuktan kalkmış çocuğa bakmamaya gayret göstererek Rapunzel'i çağırdım.

Az önce onunla bir saniye bile olsun konuşabilmek için türlü saçmalık düşünen ben, şimdi bana doğru gelen çocuktan kaçmak için Rapunzel'i daha hızlı çağırıyor ve çocuğa katiyen bakmamaya çalışıyordum. Eğer bu bakışlardaki garip his ve olaylar ilk kez başıma gelseydi, bu yakışıklıya aşık olmanın bir getirisi olduğunu düşünür ve onun bana yaklaşmasına izin verirdim fakat bu ilk değildi ve ben korkmaya başlamıştım artık.

Çocuk resmen yerin ayaklarımın altından gidecek kadar sarsılmasını sağlamıştı, ya da ben yapmıştım bilmiyorum ama onunla bakıştığımda olmuştu. Diğer ikisinde de gariplikler yaşanmıştı ama ilk kez bunda somut hissetmiştim.

Çocuğun bana uzattığı elden kaçtım ve onun arkamdan seslenmelerine önem vermeden yanıma gelen Rapunzel ile hızlıca kafeden çıktım. Şimdi ki bu olaylara tek şahidim Rapunzel'di ve o ise hiçde öyleymiş gibi durmuyordu. Kuyruğunu hızlıca sallayarak oyun oynamak ister gibi bir hali vardı. "Az önce ölüyordum be! Rapunzel! İnsan bir havlar!" tasmasını yürürken köpeğin boynuna geçirdim ve koşar adım babamın evine doğru ilerledim. 

Beşe BirHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin