Jinwoo'nun otoparktaki arabasına koşarken az önceki olayın şokunu sindirmeye çalışıyordum hala. Gerçek ile halisünasyon arasında kalmıştık. Şimdi o lunaparka giderek gerçekten de atlı karıncayı durdurup durdurmadığıma bakacaktık.Jinwoo koşma yönünü duvar kenarındaki iki arabaya doğrultunca bende onu takip ettim, tabi uzun bacaklarım onunkilere fark atıyordu ve ondan önce siyah rengin egemen olduğu Hyundai'nin yeni çıkardığı ve tüm zenginlerin almak için yarış ettiği All-New Tucson isimli lüks arabanın yanına gelmiştim. Nasıl bu kadar mükemmel olabiliyordu bu araba? Hayranlıkla ellerimi üzerinde gezdirirdim gözlerimdeki kalplerin varlığını araba yansımasında görürken.
Sanırım sıradan bayanlar gibi kıyafet ya da ayakkabı alışverişi bağımlılığı yerine araba alışverişi bağımlılığım vardı. Bayılıyordum arabalara. Hem de geçen yıl sürekli araba alma isteğimi bastıran bir arabaya sahip olmuştum; mat siyah rengiyle gözleri kanatan Kia Roadster.
Yılbaşı gecesi ailemin yanında değil de başka yerde partilediğim ve ertesi günlerde de üvey anneme 'biraz' zor günler yaşattığım için sevgili babacığım bana ceza vermiş ve son model arabama el koymuştu. Beni Min Young'un mini arabasında sürünmeye mahkum etmişti. Ne! Otobüsle gitmemi beklemiyordunuz değil mi?
Karşımda Jinwoo'yu göremeyince ve bir de ondan "Napıyorsun orda?" sorusunu duyunca siyah şimşeklerin çakmaya başladığı hayal dünyamdan sıyrıldım ve şaşkınca arkama döndüm.
Jinwoo, bu pahalı ve haşin Tucson'ın yanında oyuncak araba gibi kalan Kia no3 adı taşıyan arabasının yanında dikiliyordu. Üstü tamamen cam olan ve gri renkle bile parlayan bu araba nedense beni şaşırtmadı. Eğer benim yanında durduğum sert araba Jinwoo'un çıksaydı şaşırdım, herhalde.
Dudaklarımı ısırarak onun yanına ilerledim, arabaya binerken "Yanında tekerleği gibi kaldığım o arabanın benim olduğunu düşündün değil mi?" demişti. Bende yolcu koltuğuna yerleşirken "Bir patron olduğun ve o da bir patrona yakışan araba olduğundan öyle sanmam normal değil mi?" dedim ve kapımı kapattım.
Jinwoo arabayı çalıştırırken güldü, ya da araba motorundan gelen sesi gülme sandım bilmiyorum, o sırada ona bakmıyordum. "Kaybola-"
"Tavanının cam olma-"
Aynı anda konuştuğumuzdan cümlelerimiz çarpışmış ve gözlerimiz birleşmişti. "Ah sorrey. Sen devam et." dedim kendi cümlelerimi dilmin altına saklarken. Jinwoo başını sallayıp benim söylememi istediğini gösterdi. Bende onun konuşmasını istiyordum. "Hadiii cümleni bitir."
Otoparktan çıkarken konuştu. "Büyük yerleri ya da şeyleri sevmiyorum." dedi, onun az önce kestiğim kelime geldi aklıma. Kaybolacağım, kaybolabileceğim... Bunun gibi bir şey söyleyecekti herhalde. Cümlesi de büyük ihtimal şöyle olacaktı; 'Kaybolabileceğim büyüklükteki yerleri sevmiyorum.'
Küçük hissediyordu Jinwoo kendini, her şeye karşı. Korkuyordu. Gözlerimi çocuğun yola kilitlenmiş yüzünde gezdirdim. O kadar güzeldi ki! İstese her şeyi elde edebilecek gücü ve yüzü vardı ama o korkmaktan başka bir şey yapmıyordu.
Bunun üzerine gitmek istemedim, şuanlık. Yoksa bende korkuyor muydum bu konulardan bilmiyorum ama kaçıyordum ruhun problemlerinden.
Başımı yukarı kaldırıp karanlığın güneşi kovup gökyüzünü siyahlara boğduğu, yıldızlarında onunla işbirliği içinde olduğu gökyüzüne baktım. Keşke orada olup tüm dert ve sorumluluklardan uzak olabilseydim. "Güzel değil mi?"
Jinwoo'nun her zaman bulutsu çıkacağına inandığım sesi nedeniyle ona döndüm. O da yukarı bakıyordu. Ya! Araba kazası mı yapmak istiyordu, bu minik arabayı küçük bir lokma gibi yutardı diğer arabalar.
![](https://img.wattpad.com/cover/22819969-288-k36689.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Beşe Bir
FantasyKorkusuz kimse, hiçbir şeyden korkmayan değil, korkusu üzerine giderek onu yenebilen kişidir.