Bölüm Yirmi Altı

68 5 6
                                    

Titreme durmuyordu. Vücudum beni dinlemiyor ve istem dışı tepki veriyordu. Kollarımla sardım etrafımı. Hala kendime gelememiştim. "Al bakalım, bu sana iyi gelecek." Sung Ja'nın getirdiği ilaç ve suya boş gözlerle baktım. Saçlarımı havluyla hafifçe kurutan Min başını uzattı arkamdan. "Hadi Chae. İlacını iç ve azıcık uyu. Eminim uyandığında daha iyi olacaksın." Başımı olumlu anlamda salladım ama biliyordum uyumak beni iyi edemezdi. Beni burada olmak iyi etmezdi. Gitmem lazımdı.

Ama ilk önce yanımdakileri kovmam gerekiyordu. Önümde diz çöken Sung Ja "Ne gördün suyun içinde Chae Neul? Seni çığlıklara boğacak kadar ne korkuttu?" Cevap vermemek için elindeki ilacı -güya ağrı kesici demişlerdi ama onun uyku ilacı olduğunu anlayacak kadar iyi tanıyordum ilaçları- alıp ağzıma attım. İlacımı dilimin altına saklarken suyu içtim ve konuşmak istemediğimi belli edercesine yatağa girdim. Davranışlarıma boyun büken Min ve Sung Ja sessizce odadan çıktılar.

Kapattığım göz kapaklarım ardında karanlık bir surat parladı. Suyun altında sıkıca sarmıştı beni. Avını boğarak öldüren bir yılan gibi... Bembeyaz dişleri arasında tıslamıştı. "Sıkıysa yakala beni." Gözlerimi açtım. Dilimin altında erimeye başlamış ilacı hemen çıkarıp yastığın altına koydum. Yataktan kalkarken sırt çantama su, el feneri ve valizimin gizli bölmesine attığım Eun Hoe'de bulduğumuz defteri koydum. Defteri son anda atmıştım valizimi hazırlarken ve şimdi şükrediyordum onu yanıma aldığıma.

Hem Seungyoon diğer kadının evinin Jeju'da olduğunu söylemişti değil mi? Onu araştırabilir ve beni peşinden sürükleyen düşmanıma dair ipuçları bulabilirdim. Kamptan çıkmadan önce telefonumu gizlice almalıydım. Belki Seungyoon'u arar yardım isterdim, sonuçta ev adresini bırakın, evinin hangi şehirde olduğunu bilmediğimiz Suk Yong'un Jeju'da bir arsası olduğunu bulan Seungyoon, bana pekala yardım edebilirdi. Ama eder miydi onu bilmiyordum, bana küsler miydi?

Kafamı koridora yavaşça uzattım ve ortalığı kontrol ettim. Zihnimin aksine koridor tertemizdi, bir de etrafta dönüp birbirine çarpan düşüncelerimi temizleyebilseydim. Koşarak otelin giriş katına ilerledim. Asansörleri kullanmıyordum çünkü tanıdık biriyle karşılaşmak işime gelmezdi. Kaçıyordum burada yahu.

İkindi vaktinin güzel havasının tadını çıkarmak isteyenlere teşekkür ederek boş olan telefonların tutulduğu minik odaya girdim. Bütün Tanrılara şükür ki kapıyı kilitlemezlerdi, hiçbirimiz çocuk değildik çünkü. Tabi beni şuan görmezden gelin, benim işim önemliydi.

Telefon cenneti arasından bana en güzel varlığa uzandım ve hemen cebime attım. Tekrar aynı hızla odadan çıkacaktım ki çıkmaz koridorda birilerinin konuştuğunu duydum. Kapıya iyice kulağıma yanaştırdığımda konuşanın sesi tanıdıklaşmaya başladı.

"Hong, bu gece yerime geçmelisin. Ya da idare et beni bi şeyler yap."

Tanıdık sesin sahibini analiz etmeme gerek kalmamıştı, Min'in müstakbel sevgilisi Hong Gi'ydi. "Ne oldu lan?" onun böyle konuşması garibime gitti.

"Hye Sun hastalandı, onu hastaneye götüreceğim."

"Önemli bir şeyi yok ya?"

"Yooo. Sadece yanında olayım istiyorum. Bu akşamlık kostümünü benimkiyle değiştir işte be."

Kostüm? Kaşlarımı çattım, kapıyı aralayıp onlara baksam fark edilir miydim?

"Olum müdür yardımcısıyım lan ben." ve Hong Gi'nin liseden beri değişmemiş o iç gıdıklayan ve sizi de güldüren kahkahası duyuldu.

"Rol yapma bana. Hadi söz ver şimdi." Aha düşüp bayılacaktım ki zor tuttum kendimi. Ne rolünden bahsediyorlardı? Elimle alnıma vurdum fakat hızı fazla kaçırdım ki şlaaaap diye bir ses çıktı. Heykel gibi kalakaldım. Sessizlik koridora da hüküm sürdü. Nefes bile almıyordum.

Beşe BirHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin