Bütün gece uykumu bölen korkunç rüyalar silsilesinden kurtulamamıştım. Sonunda sabaha karşı dört gibi pes edip yataktan kalkmış ve oturma odamdaki büyük pencereden güneşin doğuşunu beklemiştim.
Parmaklarımı içinde kaybettiğim saçlarımdan çektim ve yorgunluğun simgesi haline gelmiş yüzümde gezdirdim. Kendimi toparlamak istiyordum. Ama korkuyordum da.
Çevremde beni anlayacak kimse yoktu. Ergenlerin meşhur sözünün -'Kimse beni anlamıyor!' - beden bulmuş hali olmalıydım. Çatlamak için yer arıyan dudaklarımı dilimle ıslattım ve çıplak ayaklarımı koltuktan sarkıttım.
Sonuna kadar açık olan camı kapattım ve sırtımı cama verip evin içine şöyle bir göz attım. Yaşadığım o anormal dört olayı unutacaktım, başka çarem yoktu. Belki de üstlerine gitmesem hiçbiri tekrarlanmazdı, olanları görmezden gelirsem.
"Ya düşmanı görmezden geldiğinde daha çok sinirlendiği gibi bu olaylarda bana daha fazla sinirlenip daha kötü şeyleri başlatırlarsa..."
Durdum. Az önce kendimle konuştuğum saçma cümle yığınına baktım, sanki havada asılı kalmış gibi. Kesinlikle ama kesinlikle deliriyordum.
Ellerimle yanaklarım kızarana kadar vurdum ve iyice ayıldığıma kanaat getirdiğimde lavaboya doğru ilerledim. Lavabonun koridoruna dönmeden önce köşedeki saate göz atabilmiştim.
"06.40"
Lavabodaki işimi hallettikten sonra ellerimi yıkarken aynaya baktım. Bir gecede çökmüş çekik gözlerime dikkatle baktım. Gördüklerim doğru olmayabilirdi ama hisettiklerim...
Onlar gerçekti. Gerçekten hissetmiştim.
Hoş bunları ebeveynlerime anlatsam; annem meşgul olduğu bu saçmalıklarla uğraşamayacağını, babam ve üvey annem yeniden akıl hastanesini -tabi onlara göre terapi evini- işaret edecek, Min ya da başka arkadaşlarım -tamam tamam arkadaşım sadece Min'di, ondan başka arkadaş diyebileceğim bir arkadaşım yoktu- anlatsam kesinlikle fazlasıyla gülecek ve bunları bir hikayede kullanmam gerektiğini söyleyecekti.
Yüzüme su çarptıktan sonra karar verdim, bu işi kendim halledecektim. Kaçmayacaktım daha fazla. Bu kesinlikle yüce bir güç tarafından artık kendime gelmem için bir işaretti.
Saçlarımı hızlıca taradım ve üstüme basit birkaç bir şey geçirdikten sonra kendimi sokağa attım. Bütün günümü kütüphanede geçirecektim. Biraz bana uzak bir durum gibi geliyordu, kitap okumak falan.
Ben televizyon karşısında karnını kaşıyarak saatlerce pinekleyebilen ya da SNSD konserlerine, fan buluşmalarına yarışan, okula devamsızlıktan kalmayayım diye giden bir kızdan başkası değildim, okumak falan ilgimi çekmiyordu. Hayalim idollerin makyajını falan yapan yani onlarla fazla tensel temasta bulunan biri olmaktı.
Evden çıkıp kendimi iş hayatının sıkıcı çalışmasına koşturan yetişkinlerin ve sabahın bu saatinde yürüş yapan orta yaşlıların arasına daldım. Hayatımda sayılı kez bu kadar erken saatte dışarı çıkıyordum. Hatta belki de bir ilk şuan hiç uykum yoktu veya sızlanmıyordum.
Erken saatlerde dışarı çıkmayan insanların bilemeyeceği bir şeyi de şimdi fark ediyordum.
Hava bu yaz havasında o kadar güzeldi ki. Ilık sabah rüzgarı yüzünüze vururken, doğa uyanmış ve insanlığı bu harika görüntüsüyle canlandırmaya çalışıyordu.
Kuşlar en güçlü sesleriyle şarkı söylüyor, insanlar tatlı bir uyku sersemliğiyle etrafta koşturuyor, dükkanların bazıları içten gülümsemesiyle sizi bekliyordu.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Beşe Bir
FantasiKorkusuz kimse, hiçbir şeyden korkmayan değil, korkusu üzerine giderek onu yenebilen kişidir.