Bölüm Yirmi Beş

68 7 6
                                    

Göz kapaklarımın gerisindeki karanlığı aydınlatmaya çalışan güneşin etkisindeydim. Vücudumu hafifçe yakan güneş, kulaklarımda dans eden dalgaların sesi ve burnumu dolduran tuzlu denizin kokusu... Hepsi zihnimin düşünme lobunu dondurmama yardım ederek anın tadını çıkarmamı sağlıyordu.

Göz kapaklarımın ardındaki karanlıkla savaşan güneşin, yenilerek ortadan kaybolana kadar donduruyor demeliydim. İşte şimdi düşünmeye başlamıştım. Kaşlarımı çatarak güneşi kimin yok ettiğine baktım ve gördüğüm kişiye nedense şaşırmadım.

Min kollarını birbirine bağlamış ve sandaletini üzerinde bulunduğumuz geminin tahta zeminine vurarak gıcık sesler çıkartıyordu. Gözlerini kırpmadan bana bakıyordu. Başımı ne var manasında sallayınca "Çok şey var!" diye cırladı. Dırdırcı teyze moduna giren Min neye sinirliydi acaba?

"Hayret Min, güneşin ışığını tam kapatabiliyorsun artık." derken alayla kıkırdadım. Şezlonguma ayağıyla vururken "Bu kadar komik olmayı bırakıp haritanın son parçasını bulsan daha işe yararsın." diyerek sinirini açıkladı. Sırtımı dikleştirdim ve geminin geri kalan yolcularına baktım, herkes son kalan parçayı arıyordu, Min'in arkasından bize doğru gelen Sung Ja bile gözleriyle etrafı tarıyordu. Demek artık herkes otele geri dönmek istiyordu.

Tatilin ikinci haftasına girmiştik ve gerçekten de tanıtımda yazdıkları gibi her zaman farklı etkinlikleriyle sıkılmanıza asla izin vermiyorlardı. Benim -ve benim gibi telefonlarından kopamayanlar- için telefonları kamp liderlerine teslim etmek çok zordu ve resmen kendimi uyuşturucu bağımlısı gibi hissetmiştim.

Telefonsuz bir kaç saat onun yokluğuna alışmanın kolay olduğunu ve aslında telefona bağlı yaşamanın dezavantajlarını hakkında konuşmakla geçiyordu. Daha sonraki bir kaç saatte güzel görülen bir manzara ya da masaya konan yemeği çekmek için aranan telefonun yokluğunun acı burukluğu. Sonraları artık telefonsuzluğa isyan ve arkadaşları ayaklandırıp telefonları isteme planları...

Tabi ki buraya gelmeyi kabul edenlerin telefonları sadece akşamları sekizden sonra alabilecekleri ve sabahları sekizde verecekleri en başından belli olduğu için pek de fazla ses çıkaramıyorduk. Hem tekrar edeyim, etkinlikler o kadar farklı ve güzeldi ki benim bir süre sonra telefona olan bağımlılığım ortadan kaybolmuştu.

Sevgilisi yanında olmayanlar ve sosyal medyaya aşırı bağlananlar hariç. Üç gündür bunların arasında Min'de vardı. Çünkü üç gündür denizin koyu maviliklerine açılmış bir gemideydik ve gemimiz parçalara ayrılan haritanın eksik kısımları tamamlanmadan otele geri dönmeyecekti. Yiyeceklerimiz azalır ve artık telefonlarına kavuşma isteği artarken gemide bir survivor havası sürüyordu. Min'de sevgilisi Hong Gi'yi görememe ve telefonsuzluğun getirisi olan sevgilisine ulaşamama sonucu sinirleri gerilmiş ve bu etkinliğin zevkine varmak yerine, haritanın parçalarını bulmaya kafayı takmıştı. 

Min'in kısa gölgesinin yanında Sung Ja'nın uzun boylu gölgesi gelince gözlerimi ona çevirdim. Bana beklentiyle bakıyordu. Dudağımı sarkıttım. Sende mi brütüs? Hafif kıvırcıklaşmış saçlarını karıştırdı ve o güzel gözlerini kısıp yanıma oturdu. "Midem bulanıyor." Güldüm. Çenemi onun geniş omzuna yasladım ve ellerimi beline sardım. Bu romantik halimize kusma efekti çıkardı Min ve bize arkasını dönüp haritanın son parçasını aramaya devam etti. 

"Gemide beklediğimden daha uzun kaldık ve bu süre beni denizin tuttuğunu yeterince anlattı." dediğinde tekrar güldüm. Madem sevgilim dönmek istiyordu o zaman bana da kalmak düşmezdi. Onunla olduktan sonra ha denizin üzeri ha kara fark etmezdi. Ve fark etmediğim diğer şey ise Sung Ja'ya hafif kırgın olan kalbim hızlıca iyileşmiş ve ona geri dönülemez bir şekilde bağlanmıştım. Son parçayı aramak için bende ayaklandım. Bu gemiyi karaya geri döndürecektik.

~~~

Hani sokakta yürürken yanınızdan biri geçer ve burnunuza bir parfüm dolar, bu kokunun nereden geldiğini hatırlamaya çalışırsınız ve hatırladığınızda da ilk önce şaşırır ve sonra kendinizi içten içe alkışlarsınız. Çünkü o koku eski sevgilinizin kokusudur ve siz onu bırakın kokusunu bile unutmuşsunuzdur ve bunun için gurur duyarsınız kendinizle.

İşte ben bu benzetmenin kokuyu hatırlama evresinde kaldım ve kurtulamıyorum.  Zihnimde çalıp duran bu melodiyi nereden hatırladığımı düşünüyor ama sonuca ulaşamıyordum. Zihnim nasıl bir kara delik olmuştu, içine çektiği her şeyi anı mezarlığına dönüştürüyordu. Bir daha gözümün önüne getiremeyeceğim, hatıralarımda canlandıramayacağım bir mezarlık.

Yanağımda hissettiğim hafif dikenler yüzünden gözlerimi araladım ve onların diken değil Sung Ja'nın çıkan ince sakalları olduğunu gördüm. Gülerek yüzümü geri çektim. "Hey, yanağımda minik kızarıklar mı bırakmak istiyorsun?"

Gözünü kırpıp yüzünü tekrardan bana yaklaştırdı. "Biraz iz bıraksam fena olmaz."

Hızlıca kolumu kaldırıp onun güzel kafasını kolum altına sıkıştırdım ve vücudu titreşmeye başladı. "Beyefendi fazla arsızlaşmaya başladınız bu aralar." dediğimde eliyle boğazını rahat bırakmamı işaret ediyordu ve kesik sesler çıkarıyordu. Kahkaha attım.

Onu bırakacağım zaman denize koşacaktım, ayaklarımı yere indirdim o hala debelenirken. Sonunda kolumu gevşettiğimde bacaklarım kendilerine yüklenen göreve uyarak denize doğru koştu. Arkamdan Sung Ja'nın kaslı bedeninin geldiğini biliyordum çünkü oyunu yarım bırakmazdı.

Kendimi suya atacakken bir şey belimden tuttu ve kendisiyle düşmemi sağladı. Bu kişiye bakmam gereksizdi çünkü Sung Ja olduğunu biliyordum. Suyun ılık hücreleri bütün vücudumu yalarken arkamdan sarılan önüme geçti ve burnunu burnuma değdirdi. Güldüm. Sung Ja fazla hızlıydı.

Gözlerimi açtığımda suyun altında bana sarılan kişinin Sung Ja olmadığını fark ettim. Burunlarımız değdiği için bütün yüzünü göremiyordum ama gözlerini görmem bile yetiyordu. Ömrümün sonuna kadar aklımdan gitmeyecek bu siyahımsı nefretle bakan gözler...

 Ömrümün sonuna kadar aklımdan gitmeyecek bu siyahımsı nefretle bakan gözler

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Eun Hoe'nun evinde gördüğüm gözlerdi. Kırmızı maskesi yoktu yüzünde. Simsiyahtı. Gözlerindeki nefretle boyamıştı yüzünü. Hızlıca kendimi suyun yüzeyine çıkardım ve vücudumu itiklemeye çalışıyordum o şeytani şeyden. Arkamdan biri sarılana kadar bana bağırıp itmelerim durmadı. Sung Ja dudaklarını kulağıma bastırmış, kollarıyla beni sıkıca sarmışken durdum. Beni denizden çıkarmasına izin verdim. Peşimi bırakmamışlardı. Onlar her yerdeydi. Çocuklar? Onlara bir şey olmuş muydu?


Beşe BirHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin