Hayat saniyelik anların toplamıydı. Saniyede her şey değişebilirdi ve size kalansa sadece izlemek olurdu. Ya da yaşamak...
Bütün başıma gelenler saniyelik anlarda gerçekleşmişti. Aslında her şey bu anlardaydı. Saniyeler arasında yaşıyorduk hayatı, nefeslerimiz bile saniyelikti. Bu akşam o saniyeler arasındaki keskin çizgiyi net bir şekilde görebilmiştim. Sevgiyle baktığım gözlere saniyeler sonra kızgınca bakmıştım. Tek bir saniye yetmişti bana yüklediği anlamları anlayabilmek için. Tek bir saniye yetmişti şaşkınca yavaşlattığım şok dünyasını, endişe hızına çevirerek koşmaya başlamama.
Sırtımdaki sızılar, kalbimdeki kırıklar üstüne şimdi de zihnime abanan endişelerle doluydum. Arabayı sürmek bile karmaşık bir görev gibi geliyordu şuan. Ellerim her an direksiyonu kıracakmış gibi titrerken, bacaklarım gazın kökünü kurutmak için çaba harcıyordu.
Eun Hoe'in evi bütün korkutuculuğuyla gözüktüğünde, gözüm istemsizce kırmızı maskelinin bana gözüktüğü pencereye kaydı. Neyse ki siyah perdelerle sıkıca kapalıydı. Arabayı durdurmadan önce Seungyoon'u aradım, orada olduğundan emin olmalıydım.
"Geldin mi?" Sesi sabırsızdı, göstereceği şeyi şimdi merak etmeye başlamıştım. Malum, iyi olduğu konusunda endişe duymaktan merak etmeye vakit kalmamıştı. "Ihm." gibisinden garip bir sesle onaylarken arabadan çıkıyordum. Kapıya çıktığını söyledikten sonra telefonu kapattı. Bende ağır adımlarla oraya ilerledim. Geçen gün Mino&Hoon ikilisiyle geldiğim zamanki gibiydi her şey.
Tek farkın gece ve o ikilisiz gelmiş olmamdı. Kapıda beni bekleyen Seungyoon'a yaklaştım usulca. Kalbim adımlarımın tersine hızlıca atmaya başlamıştı. Oyunun gittikçe kızışması beni korkutmaya başlamıştı. Özellikle aynadaki tehdit yazısından sonra; direk yakınlarımı hedef almıştı.
Merdivenlerin oradan sızan ve sokak lambalarından gelen ışık sayesinde karanlık, dudaklarıma taktığım güven vermeye çalışan gülümsemeyi gösterecek kadar yumuşamıştı. "Sana gülümsemeyle karşılık veremeyeceğim çünkü bulduklarım cevap değil, yeni soruların başlangıcı." Seungyoon'un iri dudaklarından dökülen can sıkıcı ve merak uyandırıcı cümleler gözlerimi devirmeme sebep olsa da vakit kaybetmeden üst kata çıkmama da neden olmuştu.
İki gün önceki gelişimizde kapı hala aralıktı ve bu yüzden eve girmemiz kolay olmuştu. Yüksek ihtimalle cesedi evden çıkarırlarken kapıyı açık unutmuştu o beşli ya da bilerek açık bırakmışlardı... Her neyse Hoon'da anahtarı bulmuş ve yanına almıştı. Madem bu evi araştıran bir polis ya da yakın komşu yoktu ona göre bu ev bizim araştırma meskenimiz olacaktı.
Demek bugün anahtarı Yoon almıştı. Yoksa eve nasıl bu kadar rahat girecekti? "Ne düşünüyorsun?" sözüyle irkilince merdivenin sonunda dikilmiş olduğumu fark ettim. Çalışma odasının ışığı ayaklarıma vuruyordu. Gözlerimi yukarı kaldırdım ve onun sorusuna cevap vermek yerine kendim soru sormayı tercih ettim.
"Ne buldun?"
Başıyla arkasındaki masayı gösterirken ayaklarımı harekete geçirdim ve çalışma odasına ilerledim. Cesedin yerinde kan izleri hala hafifçe duruyordu, geçen geldiğimizde Mino paspasla silmeye çalışmıştı çünkü kötü koku midemizi bulandırıyordu. Kabuk bağlamış gibi duran izlere bakarken kadını hayal ettim orada. Gözleri beni nasıl da bulmuştu.
Omuzlarımdan hafifçe itilince korktum ve Yoon'un kulağıma vuran nefesini duydum. "Geçmişe dalma bu kadar." Sesi sıcak nefesiyle birlik yapıp çıplak kulağıma vurgu yapıyorlardı. Yutkundum ve beni yönlendirmesine izin verdim.
Çalışma masasındaki kağıttan dağ oluşturmuş karışıklığın önüne getirip sandalyeye oturttu. Önümdeki bir kaç kağıdı itip yerine gerekli olduğunu düşündüğü kağıtları yerleştirince kaşlarımı çattım. Bunlar Eun Heo'in elimizde bulunan günlüğünün kopyalarıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Beşe Bir
FantezieKorkusuz kimse, hiçbir şeyden korkmayan değil, korkusu üzerine giderek onu yenebilen kişidir.