Herkesin Ramazanı mübarek olsun. Nasıl geçiyor günleriniz? Benim yoğun, ama tatlı bir yoğunluk. Önümüzdeki hafta biraz daha rahatlayacağım ve daha sık bölüm atabilirim. İyi okumalar~
Gözlerim acıyor, sıkıca bastırıyormuşum meğer sonradan fark ediyorum. Araladığımdaysa keskin ışık acıyan gözlerime bir darbe daha vuruyor gibi. Bir şey söylemem gerek bu yüzden ağzımı açıyorum ama soğuk hava diş etlerime, dilime kadar vuruyor. Bulanık görüntü açılmaya başladığında karşımdaki doktor masasını görebiliyorum. Sandalyesini diğer tarafa doğru döndürmüş doktorun sadece yan profilini görebiliyorum. Etrafın buz gibi soğukluğuna rağmen pencerelerden giren keskin güneş ışıkları değdikleri yeri delercesine ısıtıyor. Bedenimi deri koltukta geriye çekiyorum ve gölgeye sığınıyorum. Güneş ilk defa bu kadar acıtıyor. Doktorun tok sesi geliyor, "Annen" diyor. Tekrardan akıl hastanesinde miyim? Soğuk ve sıcağın kavgasında dövülen taraf ben olmama rağmen bir yerim ağrımıyor ya da acımıyor. Ruhum acıyor sadece. Sadece ruhum...
"Neden kabullenemiyorsun?" diyor bu sefer o tok ses. Annemden söz ederek başladığı cümleyi niye bu tarafa çektiğini merak ediyorum hemde sesin nereden tanık geldiğini? Sonra gülüyorum kendime, akıl hastanesindeyim yine, deli olmadığım halde bana deli teşhisi koyan doktorlardan biridir diyorum içimden. Doktorun yan profili dönüyor ve yüzünü gösteriyor, bu keskin hatlar... Sung Ja ile ilk randevuya çıktığımızda beni kaçtığım anılarımla korkutan doktordu. Demek yine ona düşmüştüm.
Kollarımı bacaklarıma sarıyorum, "Neyi?" diye soruyorum. Elindeki kağıdı masaya bırakıyor, adını öğrenmek için masasına bakıyorum ama isim plaketi bulanık. Alaylı bir şekilde gülüyor, hareketleri nedense çok gıcık, bir doktorun böyle davranmaması gerektiğini düşünüyorum. Buradan çıkınca yönetimden doktorumu değiştirmek istediğimi söyleyeceğim. Yan gülümsemesinin salındığı dudaklarını aralıyor ve zehirli kelimeleri söylüyor. "Annenin ölmüş olduğunu."
Gözlerimi açtım, terden ıslattığım vücuduma nazaran kupkuru olan ağzımla titriyordum. Yatakta oturdum ve yatağımın üzerine serilmiş gün ışığına baktım, canımı yakmıyorlardı. Ama rüyam canımı yakmıştı. Başım da cabası. Dün gece sojuyla karıştırdığımız şarap yüzünden garip rüyalar görmem şaşırtmadı beni ama yaşayan annemin ölü olduğunun vurgulanması hem de nefret ettiğim o muayenehane odasında söylenmesi tüylerimi diken diken etmişti.
Yataktan kalkmadan önce telefonuma baktım. Öğlen olmuştu, ve çocukların bulunduğu gruptan birkaç mesaj vardı, kütüphanede buluşmanın olup olmayacağını soruyorlardı. Onlara olacak yanıtını yolladıktan sonra kalkıp kendime ramen yaptım ve babamı aradım. Aklımda hala garip rüyam vardı, acaba hastaneye gidip doktoru kontrol mü etseydim? Adını bir türlü hatırlayamadığım -aslında o hastanede varlığını da hatırlamıyordum- gibi rüyamda da adını görememiştim. Belki daha sorularını bile bilmediğimiz bu görevde bir cevap olma ihtimali vardı. Ama hemen titredim, daha hazır değildim o hastaneye yaklaşmaya.
"Efendim Gökkuşağım." Babamın saçlarımı boyattığımdan beri taktığı lakaplardan biriydi ve bana lakapla sesleniyorsa, evde mutlu bir şekilde dinleniyor olmalıydı. Bu demek oluyor ki artık arabamı isteyeceğimden şansım yükselmişti. "Evdesin herhalde, geliyorum." dedim, sesimi her ne kadar sevecen tutmaya çalışsam da oraya vardığımda göreceğim kadın yüzünden şimdiden moralim bozuluyordu.
Taksiyle babamın, yeni eşiyle 'dillere destan aşklarının' simgesi olarak yaptırdığı lüks villaya gittim ve hizmetçi beni salonda beklediklerini söyledi. Gözlerimi devirdim ve salona ilerledim, genelde bu eve gelme nedenlerim babam ve minik üvey kardeşimdi. Salona ilerlediğimde pencereden dışarı bakan bir adet 'cici üvey anne' ile karşılaştım. Babam ise ortalıkta yoktu. Kaşlarımı çattım ve kendimi koltuğa bıraktım. Zorunlu bir hoşgeldin sarılması istemiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Beşe Bir
FantasyKorkusuz kimse, hiçbir şeyden korkmayan değil, korkusu üzerine giderek onu yenebilen kişidir.