Bölüm On Dört

157 13 0
                                    

Beyaz odadan çıkıp gri hayata atıldığımızda bunu renklendirecek kişiler yanımdaydı ve ben minnettardım. Sung Ja ile olan buluşma günüme kadar adından çok bahsedilen şu birleşme şeysini gerçekleştirebilmiştik. Teknik olarak beni 'kurtarmaya' geldikleri gün birleşmiş sayılmıyorsak ertesi günü hep beraber benim salonumda uyanmış oluşumuz bir birleşmeydi bence.


Kapının çaldığını duyduğumda küfür ettim. Ben kurutma makinesini açmadan önce zile bastığı için şanslıydı ki büyük ihtimalle şans sıçan bu kişi Seunghoon'du. Çocuklar gittikten sonra bile kene gibi yapışmış ve araştırmaya bir an önce başlamamız için beni sıkıştırmıştı. Ve duşa girmeden önce onu evden kıçında tekmeyle kovsam da bir şey unutmuş numarası yapacaktı.


"Kıçındaki tekmem yüzünden oluşan kızarıklığı morartmamı mı istiyorsun Honnie?" Kapıya bedenim ulaşmadan önce sesim ulaşmıştı. Zaten Sung Ja ile olan buluşmama yirmi dakika kalmıştı ve ben saçımı daha yeni yapacaktım. Bu sefer geç kalıp onu kaçırmak istemiyordum. Kapıyı duymanızı istemediğim daha nice küfürleri savurarak açarken karşımdaki görüntüyle yüksek voltajlı bir şok yaşadım.


Karşımda baş belası komşumu görmek yerine şık görüntüsüyle kalbimin kovalanan prensi Sung Ja duruyordu. Yutkundum. Islak saçlarım, üzerimde elbisemin astarı ve küfürlü ağzım. Ne kadar da görülmeye değer bir manzaraydı!


Saçlarımla yüzümü kapattım, belki onların ıslaklığı yanaklarımdaki alevi söndürebilirdi. "Bugün kızaran tek yerin Honnie'nin poposu olsun istemiştim." diye fısıldadım. Hala kendimi rezil etmeye devam ediyordum, bence artık yüzüm morarmıştı bile. Sung Ja'nın kıkırtısı ardından gelen neşeli sesi yüzümdeki parmakları araladı.


"Sadece sarhoşken küfür eden narin kızlardan olmadığını görmek rahatlattı."


Durumu kurtarma zamanıydı. Ellerimi yüzümdeki saçları çekme işine yollarken yüzüme de çapkın gözükme görevini verdim. "Ahh demek küfür eden kızlardan hoşlanıyorsun." Sung Ja yanaklarında gamze adlı tatlı çukuru oluşturacak şekilde gülerken başını salladı. "Anniyaaa~" *böyle yazılışı daha tatlı olduğundan mazur görün beni kkk*


Onun büyük gamzelerinden öpmemeliydim, ilk buluşmada olmazdı. İlgi odağımı hemen uzun pencerelerime çevirip dışarıya baktığımda güneşin yeni yeni dünyayı terk ettiğini gördüm. Daha geç kalmış sayılmazdım? "Biraz erken kapını çalmış olabilirim, bu sefer yanındayken beklemeyi istedim." Ah, ilk buluşmada onu fazlaca beklettiğime vurgu yapıyordu. Ona döndüğümde alt dudağını ısırdığını gördüm ve gülümsedim. Hatalı olduğunu asla kabul etmeyen ben, bu çocuk karşısında bütün gardımı indiriyordum hem de daha sevgili olmamışken.


Honnie'nin kızaran arka yanaklarını örnek alan ön yanaklarımı ellerimle gizlerken başımı aşağı eğdim ve kenara çekilerek içeri girmesini işaret ettim. O, hafif dağınık olan -çocukların bardakları, Mino'nun uyumak için kendine yaptığı yastıktan çadır ve egoist Seungyoon'un kaprisli Taehyun'a fırlatıp isabet ettiremediği televizyonun tepesinde duran peluş terliğim, evet pek sakin geçmemişti gece- salona geçerken ben bu dağınıklığa bir neden bulmaya çalışıyordum.


"Dün gece baya karmaşıktı." Elimle alnıma bastırıp zaman kazanmaya çalıştım, diyeceğim şeyin altından kalkabilecek miydim onu tartıyordum. "İçince sanki çoklu kişiliğe sahip oluyorum, dün gece de kampçı ruhlu biriydim herhalde." Yapay bir gülümsemeyle süsledim cümlemi. Gözlerinin yanını kırışması ve içine düşmek istediğim gamzeleri olmasa sahte olduğunu düşündüğüm gülümsemesini sundu.

Beşe BirHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin