Yokuş çık çık bitmiyordu bir türlü. İçimde hafif bir bulantı peyda oluyordu ama araba süren olduğum için istifra etme lüksüm yoktu ve eğer istifra edersem de bir daha bu yolda araba sürebileceğimden şüphe duyuyordum. Ha bire dudaklarımı yalayıp zorla yutkunurken Berkay arka koltukta Doğal'ı dizine yatırmış, arada ateşini kontrol ederek durumunu kontrol altında tutmaya çalışıyordu. Ali hangi türde bir serum taktıysa artık saatlerdir yoldaydık ve Doğal neyse ki uyanmamıştı. Aramızdaki en sağlam şahıs şu anda oydu.
Ona yaptığımız bilmem kaçıncı emrivakiiydi... Uyandığında ne diyecek bilemiyordum ama Berkay buna umarım hazırlıklıdır. Doğal üstüne atlayıp onu iyice pataklayabilirdi ve ben de bunu sadece keyifle izlerdim.
Samyeli denilen bu her ne türde bir yaylaysa çık çık bitmiyordu ve rüzgârın şiddeti camları dövüyordu. Muhtemelen çıktığımız bu dağ yolunu ölsek de bir daha inemezdik bu rüzgârla. Araba uçurumdan aşağı uçmasın diye etmediğim dua kalmamıştı.
Dikiz aynasından arkaya baktım bir ara. Berkay elindeki kişisel gelişim kitabına öyle bir dalmıştı ki Doğal'ın başı kaymıştı ve farkında değildi.
"Berkay, Doğal'ı kucağından düşürme kardeşim. Canı yansın istemem," diye uyarınca Berkay irkilerek kendine gelip dikiz aynasından bana bakmıştı. Aynı zamanda gözleri dizindeki Doğal'a gidince bir şeyler kafasına anca dank etmişti. Gözleri şaşkınlık içinde aralanmış ve dudağının kenarını ısırmıştı.
"Bu yol ne zaman bitecek be enişte!" diye söylendi kitabı bırakıp. En az onun kadar sesli bir şekilde oflayıp başımı koltuğa dayadım. Bir virajlı yokuşu daha çıkarken araba değil de ben arabayı itiyormuşum gibi yorulmuştum.
"Bilmiyorum anasını satayım! Kusacağım artık be! Şu Sinan'ı ara, sor. Git git bitmiyor..." Sesim arabada bıkkınca yankılanırken Berkay hemen telefonuna sarılıp en önde giden Sinan'ı aramaya başladı.
"Alo, abi bu yol ne zaman bitecek he? Barış ve ben evinize kusmayı düşünüyoruz," deyince eksi bir suratla güldüm. Allah kahretmesin bu çocuğu.
Beklentiyle Berkay'a bakarken yeni bir viraj alıyordum. Artık dön dön başım da dönmüştü. Her an şarampole yuvarlanıp ölebilirdik. Bu dağ başından yaralı da kurtulmak imkânsızdı.
"Sinan öldük lan! Yeter abi, bu ne biçim yol? Oğlum ne çiçek tarlasından bahsediyorsun? O ses ne Sinan?"
Berkay'ın sesi birdenbire garipleşince artık daha sık arkaya bakmaya başladım. Berkay bu esnada iyice yüzünü buruşturuyordu.
"Tamam kapat! Duymak istemiyorum bu sesi!" diyerek Doğal'ın saçlarını okşadı şefkatle.
"Ne olmuş?" dedim öndeki araba ani bir frenle durunca. Otomatikman ben de durdum. Etrafta herhangi bir ev göremiyordum. Evlere daha vardı ama Sinan, öndeki Çiğdem'in babasından kaçırdığı arabayı durdurmuştu birdenbire.
"Çiğdem'i yol tutmuş ve şu anda şiddetle kusuyormuş," diyebildi Berkay yüzündeki tiksinç dolu ifadeyle. Tam o esnada Çiğdem arabadan birdenbire çıkıp uçurumdan aşağıya istifra etmeye devam etti. Arkasından da Sinan fırlamıştı arabadan. Elinde tuttuğu poşetse o uçurumdan aşağı yuvarlanmıştı.
Her yer sisliydi ve yanımızdaki don tutmuş çiçek tarlası haricinde pek bir şey göremiyorduk. Yayla yayla değil Norveç'ti mübarek. Arabada hem klima çalışıyordu hem de montlara sarılmıştık. Haziran ayında mont giyiyorduk...
Gözümün önünde Çiğdem'in içi dışına çıkarken yüzümü buruşturup izlemeyi kestim. Sinan başucunda bekliyordu elleri belinde. Onun da yüzünde çaresiz bir ifade vardı; çünkü kız berbat haldeydi ama kimsenin suçu yoktu.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tatlı ama Çılgın (TAMAMLANDI)
Teen FictionTatlı ama Çılgın ○○○ Bu bir grup çılgın gencin tatlı hikâyesidir! Bir yanda dört çocukluk arkadaşı bir yanda beş lise arkadaşı... Bu iki arkadaş grubu iki ayrı dünyaların insanı olabilir, bazıları çok çılgın olabilir, bazılarının yaşları denk gelmey...