15. BÖLÜM

460 46 8
                                    

Kaçmak... Tek yapabildiğim buydu. Yüzümdeki domates görüntüsünü silip atamıyordum madem ben de sonuna kadar kaçacaktım. Barış'ı öpmemle üst kata fırlamam arasında sanırım bir salise falan vardı. Kapıyı gürültüyle kapatıp üstüne bir de kilitledikten sonra elim sol tarafıma gitti. Yarış atı gibi atıyordu. Hatta göğüs kafesimi her an delip dışarı fırlayabilirdi. Sakinleşmeye ihtiyacım vardı. Bu şekilde mantıklı düşünemezdim.

"Nefes al, nefes ver... İşte böyle kızım, yaparsın sen..." dedim kendi kendime saçlarımı okşayarak. Delirmiş olmalıydım ama! Ben Barış'ı nasıl öpebilirdim ki?

En son buradan gitmeyi düşünmüyor muydum, ne ara vazgeçmiştim ben böyle? Ne oluyordu bu yetiştirdiğim kıza bilmiyorum ama ölü ruhumun nabzının atmaya başladığını hissediyordum. Yaşamaya başlıyordum sanki gondolun en ucunda otururmuş gibi...

"Doğal?" Barış'ın sesini duymamla kapıdan yuvarlanarak doğrulmam bir oldu.

"Anneeee!" diye ciyakladım kısık bir sesle. Sanki kocaman korkunç bir böcek görmüşüm gibi korkuyla kapıdan uzaklaşırken Barış'ın bu kapıyı kırma potansiyelini düşündüm. Yüksekti.

Aldığım derin nefesi o an için veremeyince ağır ağır yutkunup sırtım duvarla buluşana kadar geriye gittim. En sonunda duvara dayandığımda korkunç gözlerle kapıya bakıyordum. Hayır, yani kapının arkasında herhangi bir kurt adam, vampir veyahut canavar falan da yoktu ki...

"Doğal neredesin?" Nefesimi tuttum Barış'ın koridorda yayılan sesini duyunca. Allah'tan hangi odaya firar ettiğimi bilmiyordu.

Kafayı yiyecektim. Ellerimi dudaklarıma götürdüğümde ateş gibiydi resmen. Gözlerimi sımsıkı kapattığımda beynim aksi gibi beni sürekli o ana sürüklüyordu. Barış'ın beni ormanda ilk öptüğü zamana ve az önceki ana gidip geliyordum.

"Gelme git ya... Ay ben yüzüne bakamam bunun! İnsanlar nasıl bakıyor öpüştükten sonra? Utanmaları yok mu insanların? Allah'ım göm beni, göm yerin altına. Kaç kat olduğu umurumda değil..."

Sızlanmalarıma bir ben şahitlik ederken Ceren'in sesiyle duvara daha çok sokuldum.

"Barış yemeğe bekliyoruz sizi, hadi!" Onun sesi koridorda pare pare yayılırken derin bir oh çekip yere oturdum. Daha sonra Barış'ın sesini duydum ve kalbim yeniden doludizgin atmaya başladı.

"Doğal yok ama daha. Onu çağırıp geliyorum," deyince her şeyden habersiz sevgili üvey ablam Ceren bu ulvi görevi üstlendi.

"Tamam sen in aşağıya, o kaçağı alıp gelirim ben. Hadi hadi!" diyerek Barış'ı bu kattan kovduğunda ecelini bekleyen kurban gibi yerimde kıpırdandım.

Ceren bana akıl verirdi muhtemelen. Hem zaten hazır üst katta da onunla yalnızken bence en iyi zamanlama bu andı. Koşar adım kapıya ulaşıp kilidi çevirdim. "Cere-" Cümlemi tamamlayamadan kapıdan içeriye iri cüssesiyle Barış girince gözlerimi nasıl açtığımı, nasıl geriye kaçtığımı hatırlamıyordum bile. Ağzımdan martımsı sesler firar ederken daha fazla şok olmaya dayanamayıp az önce ayrıldığım köşeme sindim.

"Ce-Ceren?.." dedim acınası bir sesle.

Barış yanıma gelirken gayet acımasız duruyordu. Bilerek mi yapıyordu bunu anlamıyordum ki! Bir de gülüyordu pislik. O değil de Barış'ın geçen yıllarda gülüşü sanki biraz daha güzelleşmişti.

Ondan kurtulmanın yolunu aramayı kesip yüzüne daldığımda istemsizce ben de gülümsedim ama yüz ifademden elbette haberim yoktu.

"Ne gülüyorsun küçük hanım?" dedi alaycı bir sesle adım adım bana yaklaşırken. Kaşlarım dalgınlıkla havalandığında Barış'ın arkasında kalan geniş dolabın kapağındaki aynaya kaydı gözüm. Sırıtıyordum bildiğiniz ey dostlarım! Bunu fark edince elimle yüzümü kapatıp yatağın üstüne çıktım.

Tatlı ama Çılgın (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin