8. BÖLÜM

560 44 1
                                    

Hayatta geldiğimiz noktalar bazen bizi tüketiyor. Büyürken, çocukluğumuzu ardımızda bırakırken çok zorlanıyoruz. Çünkü kimse istemiyor. Ne çocukluğunu bırakmayı ne de büyümeyi... Yaşanan büyük stresler sonra böyle yatağa sürüklüyor bizi. Büyürken olmazsa olmazdır bu stresler. Herkes biraz düşüyor, düştüğü gibi de kalkıyor. Hayatın ilk altın kuralı budur.

Doğal iki gündür uyanmıyormuş Arda'nın söylediğine göre. Havale geçirmiş dün gece. Ali gelip durumunu kontrol altına almış, şimdiyse evde serum takılmış. Dün geceye göre daha iyi olduğunu söylüyordu Arda ama içimde bir şey var ki, orası hiç rahat değildi. Kafam karmakarışıktı son dönemlerde olduğu gibi. Doğal'ın kalbini kazanayım derken her şeyin daha berbat olmasına mı sebep oluyordum, bilmiyorum.

İçim daralmıştı artık. Bu dargınlıkla daha fazla yol kat edemeyeceğimi ve elimden de bir şey gelmeyeceğini bildiğimden Berkay'ın mutfakta oluşunu hatırlayıp salondan çıktım. Mutfağa girdiğimde Berkay birine bağırıyordu telefondan.

"Kızım, babandan arabayı kaçır diyen ben miydim?"

Kaşlarımı biraz daha çatarak mutfaktaki sandalyeye oturduğumda Berkay arkasına dönüp dudaklarına sıkıştırdığı son çekirdeği de yedi ve çaprazıma geçip oturdu. Bu çocuğun çekirdekle yaşadığı ilişkiyi anlayamıyordum doğrusu.

"Tamam, ben gelemem şimdi Çiğdem! Şeyi gönderiyorum. Kimi gönderiyorum?" diyerek bana bakınca aklıma gelen ilk ismi söyledim.

"Sinan?"

Ne için göndereceğini bile bilmeden benim söylediğim ismi telefondaki kişiye söyleyip telefonu kapatmıştı. Sonra eliyle bir dakika yapıp salona gitmişti. Gelmesi birkaç dakika sürmüştü sadece. Sinan'ı zorla evden postalayıp tekrar yanıma gelince ne oluyor dercesine başımı salladım. Berkay masaya oturup çekirdek kâsesini önüne çekti hemen.

"Doğal'ın Ankara'dan kuzenleri geliyor. Türkiye'ye geldiğini öğrenince birkaç günlüğüne gelmişler ama Çiğdem Hanım burada otobüsle rahat rahat gezemeyiz diye babasının arabasını çalıp gelmiş. Kızdaki cesarete bak! Yeni ehliyet aldı ama şehirlerarası araba kullanmış zilli. Şimdi de eve gelemiyor. Diyorum ki; göbekten dön yokuşu çık, ben yokuşu çıkamam, diyor. Sinan'ı arabayı sürsün diye gönderdim," dedi bezmiş bir sesle.

Sanki her şeyi koordine etmek ona kalmış gibiydi. Başımı usulca salladığımda Berkay nefes almadan çekirdek yemeye başlamış, oldukça da hız kazanmıştı.

"Sademlerin yazlığı var," diye araya girdim ben de fırsattan istifade. Berkay yavaşça kafa sallayınca aklımdaki fikri beyan ettim.

"Oraya mı gitsek diyecektim ben de sana. Doğal hiç iyi görünmüyor. Belki oranın sakinliği iyi gelir," dedim en sonunda sakallarımı sıvazlarken. Gözümün önünden gitmiyordu Doğal. Aklıma gelen en iyi fikir buydu. Onu kendimden uzaklaştırmak. Dinlenebileceği bir alan vermek, belki de külliyen yok olmaktı.

Berkay çekirdek yemeye bir son verince içimi kıyan bu düşünceleri bir kenara atmaya çalışıp yüzüne baktım. Birbirine girmiş olan saçlarını düzeltmeye ihtiyaç bile duymuyordu. Birkaç saniye duvara bakarak düşündü ve yüzünü ekşiterek bana döndü.

"İyi de daha havalar tam ısınmadı. Dışarısı buz gibi hala sabahları. Yazlık ne alaka şimdi?" diye sorup çekirdek yemeye devam etti. Bu tepkisine sessizce güldüm sadece.

"Haklısın, Sademlerin yazlıkları kasaba gibi bir yerde. Yayla gibi düşün. Şu anda orada kimse yoktur ve yayla mevsimi de değil zaten ama evlerinde ısı yalıtımı ve doğal gaz var. Sahili de var. Beş kilometre uzaklıkta hemen. Dağdan inince," dediğimde Berkay gözlüklerini düzeltip, "Kasabanın adı ne?" diye sordu.

Tatlı ama Çılgın (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin