19. BÖLÜM | EPİLOG

749 63 10
                                    

Hayatımın en kritik anlarındaydım. Okulumu dondurmuştum, arkadaşlarım okula gidiyordu, hayat bir şekilde akıyordu, annemi resmen hayatımdan çıkarmıştım ve annemle yaşadığım bu diyalogdan kimsenin haberi dahi olmamıştı. Yani ben öyle umuyordum en azından. Hayatımın en çılgın yanlarını böylelikle istemeye istemeye geride bırakmıştım.

Felçli olmak, hayatımda yediğim en büyük ikinci darbeydi. İlki annemin aslında babamın ölümüne yardım etmesini öğrendiğim günde olmuştu. Sonrası işte buydu. O kaza, felç olmam ve günlük işlerimin benim için tam bir eziyete dönüşmesiydi. Kimseye ihtiyaç duymadan yaşıyordum belki bu hatıra dolu evde ama öyle zordu ki. Dayım, kuzenlerim hepsi gelmek istemişti ama kati suretle gelmemelerini, bana bakmalarını gerektirmeyecek kadar profesyonel olduğumu söylemiştim. Yine de memleketten gelenler olmuştu. Halimi görmüşler, onlara ben iyiyim hatta harikayım mesajı verip tekrar Ankara'ya göndermiştim.

Kış iyiden iyiye bastırırken günlerim böyle geçiyordu. Fizik tedaviden ise sonuç alamıyordum... Bunu ne yazık ki her an yanımda olan Berkay da Buğra da ve hatta Barış da biliyordu. Cerenler de biliyordu. Vurmuyordum yüzüme. İçimdekileri öyle ustalıkla bastırmıştım ki kimse ne olduğunu anlamıyordu bile. Beni iyi sanıyorlardı da ben hiç iyi değildim.

O ses kaydı Barış'ta bekledikçe bekliyordu. Aramamızda bir sır gibi bir şeydi. Barış da açmıyordu konusunu ben de. Hala beklemedeydik ama ben annemi nasıl şikâyet edeceğimi de bilmiyordum. Tanıdığım bir savcı vardı ama gidemiyordum. Annem temel ihtiyaçlarım dışında bana ek para göndermiyordu bile. Evden dışarı çıktığım yoktu. Barış uğrayabildiği kadar uğruyordu ve o gelmezse dışarı çıkamıyordum. Bizimkiler de bana geliyordu hep. Ama ben evden de klinikten de bıkmış usanmıştım. Depresyon hiç olmadığı kadar bedenimi ruhumu ele geçirirken buna dur diyecek halim bile yoktu.

Kapıdan gelen seslerle kendime geldim. Düşüncelerimi bir kenara bırakıp güç bela yatağımdan doğruldum. Barış gelmiş olamazdı çünkü evin yedek anahtarı herkeste vardı. Gelecekleri zaman bana mesaj atıyorlardı. Beni yattığım yerden bile kaldırmıyorlardı. Kalkmanın benim için bir işkence olduğunun herkes farkındaydı çünkü. Bu yüzden gelen kişinin kim olduğuna dair bir fikrim yoktu.

Yaklaşık bir dakikadan da uzun bir süre tekerlekli sandalyeme oturdum ve üstümü başımı düzeltip kapıya gittim. Çalmaya devam ediyordu. Muhtemelen tanıdık biriydi çünkü o kadar uzun süre kapıda bekletmiştim ki gelen kişiyi muhtemelen durumumu biliyordu. Delikten bakamayacağım için kilidi çevirip çelik kapımızı araladım. Karşımdaki kişi Ceren ve Hakan Bey'di. Annem yoktu. Garipti çünkü beklemiyordum. İkisini birden...

"Hoş geldiniz," dedim benden beklenen, herkesin zaten alışmış olduğu bir sesle. Hakan Bey her zamanki iyimser gülümsemesi ile ayakkabılarını çıkardı ve Ceren'den sonra girdi. Ondan sonra kapıyı kapatıp salona geçtik. Her şey çok spontane gelişiyordu. Hiçbir şey anlamıyordum ama hayatımda bir dönüm noktası daha yaşadığımı hissediyordum.

"Kahve yapabilirim. Nasıl istersiniz?" dediğimde Ceren gülümsedi ve beni bir kenara çekti kapının ağzından. Ses bile etmedim. Olacakları bekliyordum.

"Kuzum babamla ben seninle konuşmaya geldik. Hiç zahmet etme o yüzden," dediğinde dudak büzdüm.

"Çok önemli olsa gerek... Kahveyi bile reddettiniz. Ne oldu?" derken ilgisizliğim doruk noktalarında bir yerdeydi. Hakan Bey öksürdü ve elinde bir broşür verdi bana. Aldım almasına ama zerre bir şey anlamadım broşürden. Çünkü İngilizceydi ama resimleri yok değildi. Hasta resimleri vardı ve hospital yazısından anlamıştım ki bu bir hastane tanıtım broşürüydü. Tedirginliğim o anlarda daha da artmıştı işte.

Tatlı ama Çılgın (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin