Soğukta kalmış gibi tir tir titremem bir yana ellerimin üzerinde o kadar kesik ve ezik vardı ki elime bakamıyordum. Toprak kalıntıları her yerime sirayet etmişti. Kanımla karışmış ve elimi kırmızıya boyamıştı. Dikenler batmıştı yer yer. Hissetmiyordum ama. Bunca yarayı hissedemiyordum. Soğuk bedenimi öyle sıkı ele geçirmişti ki ne tepki vereceğimi bilmiyordum.
Ruhumun bir yanı daha ölmüştü dsotlarım. Bende bu gidişle ne kalacak belirsizdi. Geleceğimi görebiliyordum ama ruhumun bir geleceği yoktu. Umutsuzluk hiç bu kadar içime işlememişti. Türkiye'ye adım attığım anda her şey mahvolmuş, iki buçuk senelik inzivaya çekilişimin bir anlamı kalmamıştı.
Ruhen yine sıfırdaydım ve yine yaralarım kanıyordu. Tek farkım vardı belki. Çocuk değildim artık. Öfkemin muhatapları bir bedel ödemek zorundaydı. Birilerine o bedeli ödetecek gücüm vardı. İçimdeki bu anlamlandıramadığım ateş çocuksu hisler değildi.
"Geldik abla," diyen şoförle ağlayıp sızlamalarım bölündü. Kesik kesik nefes alırken cüzdanımdaki son parayı da adama verip taksiden indim.
Ayaklarımı bildiğiniz yerde sürüye sürüye hastaneye girdiğimde gözlerim tanıdık birini aradı ama her yer çok yabancıydı. Danışmaya gidip Ali'nin nerede olduğunu sorduğumda bana acilde olduğunu söylediler. Sonra Barış'ı sorunca hiçbir şey anlamadılar. Hastaneye kaydı yapılmamıştı muhtemelen. Ali'nin yanına gitmeye karar verip yürümeye devam ederken arkamdan hemşire seslenmişti ama duymazlıktan gelmiştim.
Titreyerek acile geldiğimde bir tane hemşireyi kolundan tutup kendime çevirdim. İrkilerek bana bakınca herkesin yaptığı gibi baştan aşağıya beni süzdü.
Ne vardı Allah aşkına halimde? Sadece öfkem bedenimi ele geçirmiş, acımla iş birliği yaparak üstüme yürümüştü. Ne vardı halimde, şimdi siz söyleyin? Mahvolmak dışında...
Titrek bir sesle, "Ali do-doktor nerede? Acilde dediler ba-bana ama..." diye bir şeyler mırıldanınca hemşire koluna yapışan yaralı parmaklarımı çekip iki elimden de incitmeden tuttu. Yani şu hemşire gibi tutmamıştı kimse elimi. O kadar canım yanmıştı işte.
"İyi görünmüyorsunuz hanımefendi. İsterseniz sizi müşahede odasına alalım. Ben doktoru çağırayım size," deyince başımı usulca iki yana sallayıp gözlerimi kapattım. Can yakıcı bir yaş daha yanaklarımı yangın yerine çevirirken kan çanağına dönen gözlerimi hemşireye açtım.
"İy-iyiyim ben. İyi olmam gerek. Lütfen, bana sadece Doktor Ali'yi çağırın. Arkadaşım kendisi. Onunla önemli bir mesele hakkında ko-konuşmam gerek! Doğal Sonay derseniz anlar," derken sesim hıçkırıklarıma kurban gitmişti. Kendimi zor zapt ederken koridorda kaygılı bir ses duymuştum. O sesi duyar duymaz kendimi koyverdim hemen.
"Ah, Doğal! Deli gibi seni arıyoruz kızım, neredesin sen?" diye koşarak yanıma gelen Ceren'di.
Hemşire benden birkaç adım uzaklaşınca Ceren halimi umursamadan bana sarıldı sıkıca. Omuzlarım sarsıla sarsıla ağlamaya başladığımda aklımda binlerce düşünce cirit atıyordu. Her şeyime, yaşadığım ne varsa gözlerimden yaş olmuş oluk oluk akıyordu ve belki de daha önce ilk defa babam gözlerimin önünde ölürken ağlamıştım böyle.
"Ce-Ceren kardeşim... Ka-kardeşim... Yaş-yaşıyor mu? Hı? Amcam... O sö-söyledi. Annem ne-nerede?"
Ceren'den güç bela ayrılırken o, kollarımdan hâlâ tutmakla meşguldü. Yüzüme büyük bir merhametle bakarken yanımızdan hâlâ ayrılmamış olan hemşireye döndü kısa bir an.
"İlgilendiğiniz için teşekkürler. Kendisi kız kardeşim olur. Bundan sonrasıyla ben ilgilenirim," dedi. Hemşire, "Rica ederim," diyerek yanımızdan ayrılırken Ceren beni iyice kendine yaslayıp bir yere götürmeye başladı. Nereye olduğunu sormadan ona ayak uydururken kulağıma bir şeyler söylüyordu. Zor duyuyordum. Beynim zonkluyordu sanki.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tatlı ama Çılgın (TAMAMLANDI)
Ficção AdolescenteTatlı ama Çılgın | Kahverengi Ajanda Serisi ● 1 ○○○ Bu bir grup çılgın gencin tatlı hikâyesidir! Bir yanda dört çocukluk arkadaşı bir yanda beş lise arkadaşı... Bu iki arkadaş grubu iki ayrı dünyaların insanı olabilir, bazıları çok çılgın olabilir...