Her hayat hikâyesi mutlu sonla bitmez. Daha doğrusu her hayat hikâyesi aynı sona mecburdur. Herkes farklı hayatlar yaşar ama hayat hikâyeleri aynı yerden başlar ve aynı yerde son bulur. Hepimiz bir babadan olup kadından doğarız ve farklı bir mücadeleye gireriz. Sonra hepimiz o farklı mücadelenin sonuna gelince aynı melek tarafından ruhumuz bedenimizden ayrılır ve senaryo farklı olsa da ölürüz. Ölüm hep aynı ölümdür. İnsanoğlunun hayatında değişen hiçbir şey olmaz. Herkes doğar ve herkes ölür. Ama bazı insanlar vardır ki yaşarken de ölürler ve yaşamaya devam ederler. Ölü ruhlarıyla...
Elimi sımsıkı kavrayan sıcak varlığı iliklerime kadar hissedebiliyordum. Bir adliyenin koridorunda daha pespaye halde bekliyorduk. Bakmayın pespaye dediğime dostlarım. Pespaye olan benim hayatım. Oradan oraya savrulup duran ve berbat bir hale gelen de benim hayatım. Ama inanır mısınız bu berbat hayatın içinde bir çiçek var. Aşkla dostlukla beslenen bir çiçek var ki onu öldüremiyorum bile. Üzerinden çok geçsem de gitmiyor...
Metin, Barış'ın dizinde oturuyordu. Şu gün olmuş annem benimle görüşmek bile istememişti. Türkiye'ye geldiğim gibi Hakan abiye koşmuştum ama tek yaptığı özür dilemekti.
En başında olmasa da geçirdiğim trafik kazasından sonra annem ona her şeyi açıklamıştı. Barış ses kaydını anneme verdiğinde Hakan abi önce beni buradan uzaklaştırmıştı ama sonra dedemin babama miras bıraktığı mal varlığı Metin ve benim üstüme kalınca yine bu cenderenin başrolü olmak zorunda kalmıştım.
İçimi sıkan tüm hislerden kurtulayım dedikçe daha çok sıkılmak hayat ağacımın gövdesine bir çakıyla yazılmıştı. Avukat bana şirketi sattığını haber etmişti. Evlendikten bir saat sonraydı galiba. Mısır tarlasının ortasında yardım beklerken tam olarak böyle bir telefon almıştım.
Ömür boyu harcasam da bitmeyecek bir nakit para vardı banka hesabımda. Bunu Fıstık Pastanesi'ne yatırım amaçlı kullanacaktım. Çağatay Sezer'le de bu konuyu konuşmuştuk ve Berkay benim adıma pastane prosedürleriyle ilgilenecekti. Onun yaz stajı başlamıştı bile. Gelemiyordu buraya.
Mahkeme ne karar verdi bilmiyordum ama annem elleri kelepçeli o korkunç yerden çıktığında Barış'a döndüm hemen. Elimi bırakıp Metin'i kucağına aldı. Annemi görmemesi için Nehir'i de Metin'i de çıkardılar koridordan. Amcam cezaevi yetkilileri ile cebelleşirken yaka paça sürüklendi koridorda. Ettiği hakaretleri, küfürleri duymazdan gelirken annemle ben karşı karşıya gelmiştik.
Kimse yoktu aramızda koca bir uçurum haricinde. Anneme çok uzaktım dostlarım, çok... Ve bu uzaklık yüreğimi dağlıyordu.
Hakan abi, Ali, Sinan, Sadem, Nazlı ve Buğra sanki yok gibiydi. Sanki cübbeli avukatlar, hâkimler, savcılar ve binlerce memur da yokmuş gibi öylece anneme bakıyordum.
Ne yol yürümüştük böyle biz, yokuş yukarı... Çık çık bitmiyor sanki. Nefessiz kalıyoruz ama yine de arkamızdan ittiren çok ve yokuş çok dik dostlarım. Yokuş çok dik...
"Kı-kızımla birkaç dakika konuşabilir miyim? Son defa..." Annemin koluna girenler bize müsamaha gösterdi. Bir adım geri çekildiler ama annem bana bir adım atsa arkasından yaklaştılar bize doğru.
Gözlerim annemi gördüğüm an kan çanağına dönmüştü zaten. Şimdi sıcak bir ıslaklık kalbime doğru kendine bir yol çizmişti. Acı veriyordu dostlarım. Tek bir cümleyle durumu size özetlemek istesem diyeceğim tek şey bu olurdu. Annemin bana olan bakışları acı veriyordu.
"Rahatlarım zan-zannediyordum ama pek öyle ol-olmuyormuş?" dedim titrek bir sesle. Kalbim her an yerinden çıkabilirdi. Ağzımda acımtırak bir tat hissediyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tatlı ama Çılgın (TAMAMLANDI)
Novela JuvenilTatlı ama Çılgın | Kahverengi Ajanda Serisi ● 1 ○○○ Bu bir grup çılgın gencin tatlı hikâyesidir! Bir yanda dört çocukluk arkadaşı bir yanda beş lise arkadaşı... Bu iki arkadaş grubu iki ayrı dünyaların insanı olabilir, bazıları çok çılgın olabilir...