13. BÖLÜM

852 81 43
                                    

Barış Saral

Her şeyin karmakarışık bir hâl aldığı zamanlar bir köşeye çekilir, kulaklarımı tamamen kapatır ve sadece düşünürdüm. Yapmam gerekeni, ne yapmak istediğimi ve sıradaki adımı.

Bana göre biz cambaz gibiyiz hayat karşısında. İpimiz incecik ve biz büyüdükçe, yaşadıkça, her bir saniyede o ip biraz daha inceliyor. Biz büyüyoruz ama ip inceliyor. Şimdi olağan gücümle o ipi koparmak geliyordu içimden. Hayata olan isyanım, içimdeki dev alevlerin altına odun atıyordu sadece.

"Elini yüzünü yıka artık."

Ölüm sessizliğinin hâkim olduğu hastane koridorunda yerde oturmuş, kafamda bir milyon tane düşünce ve hisle boğuşurken Sadem'in karşımda yere çömelmesi dikkatimi dağıttı. Yorgun, bitkin, kızarık ve daha birçok acıya ev sahipliği yapan gözlerimi kapatıp açmak can yakıcı geliyordu. Yüzüne baktım yine de. Ağlamaktan helak olan yeşil gözlerine.

"Bir haber alırsanız..." Sesim o kadar bana ait değildi ki daha fazla konuşamadan sustum. Sadem anlamıştı ve sadece başını sallayıp, kolumdan tutup ayağa kaldırdı beni. Ayaklarımı yerde sürüye sürüye ameliyathanenin önünden ayrıldım. Tabelalar sayesinde ve birkaç hemşireye sorarak lavaboların yerini buldum. Kapıyı ittirip içeriye girdim hemen.

Sıvı sabundan elime sıktım birazcık. Önce ellerimdeki kanlar suyla birlikte aktı gitti. Sonra yüzüme bulaşmış kanları temizlemek için eğilip soğuk suyu yüzüme çarptım. Geceden beri hastanede bekliyorduk. Saymayı bıraktığım kadar uzun bir süredir ameliyattaydı Doğal. Bir ara hemşire kan için bizi sorgulamıştı ve sonra yine hiç çıkmayacakmış gibi ameliyathaneye girmişti.

Ellerimi mermere dayayarak aynada yüzüme baktım. Su damlaları boynumdan aşağı yol olurken peçete aldım hemen. Yüzümü kurulayıp tuvaletten çıktım. Yine aynı bitkinlik ve isteksizlikle yürüdüm. Ameliyathanenin önüne geldim.

Azra abla ve Hakan abi hariç herkes buradaydı. Ceren, Sadem, Sinan, Berkay, Buğra, Berkay'ın annesi ve babası, Ela bile... Onun hiçbir şeyden haberi yoktu ama. Bırakacak yerleri yoktu o kadar.

"Kahve aldım," diyerek yanımıza geldi Ali.

Önce büyüklere uzattı. Onlar aldıktan sonra sıra bana gelince isteksiz bir biçimde kafamı salladım. İnat edip ellerime bıraktı.

"Sana sakinleştirici serum verip bir odaya kapatmamı istemiyorsa bu kahveyi iç. Birazdan yiyecek bir şeyler de alacağım. Onları da yiyeceksin. Bu halde olmanın ona hiçbir faydası yok," diyerek kalan kahveleri diğerlerine dağıttı. Tehditlerini kale bile almadım. Benim içimden can kopuyordu.

Kahvenin içinde kaybolan bakışlarım arada bir kendine geliyordu. Bir iki yudum alıp midemi bulandırmak dışında hiçbir şey yapmıyordum. Bekleyişimiz devam ederken telefonum titredi. Arka cebimden çıkarıp ekrana baktığımda babam arıyordu. Açıp kulağıma dayadım. Hiçbir şeyden haberi yoktu henüz. Üstelik gün ağarmak üzereydi. Hatta belki de ağarmıştı, emin değildim.

"Veliahdım neredesin sen? Eve hiç gelmemişsin. Üstelik arabayı servise teslim etmişsin sabah sabah. Ne oldu arabaya?" diyen babama ne açıklama yapmam gerektiğini bilmiyordum. Gözlerimi fütursuzca ortalıkta gezdirdim. Ağzımı bıçak açmazdı normalde ama babamı telaşlandırmak istemiyordum.

"Baba ben, hastanedeyim," diyebildim. Bu sanki hiç telaşlandırmamıştı onu.

"Ne? Neden? Ne oldu? Sana mı bir şey oldu? Kaza mı yaptın sen yoksa? O yüzden mi araba serviste. Az önce Faruk aradı da öyle haberim oldu," diye telaşa kapıldı birden. Hedefime pek ulaşamamıştım ve çok ama çok yorgundum. Sanki bin yıldır uyumuyor gibiydim.

Tatlı ama Çılgın (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin