Bring Me The Horizon | Ludens
Three Days Grace | World So Cold
Arctic Monkeys | 505
KIZIL ŞAFAK
13. Bölüm: Darmaduman Mektuplar
Aklınıza gelebilecek her his, harflerin bir araya gelerek oluşturduğu o anlamsız kelimeler arasında ifade bulur.
İçinde olduğumuz bu binanın ta kendisiydim. Elimde tutamadığım, geçmişin mürekkeple bir araya gelmiş olduğu bu fotoğraf, tek bir darbeyle beni mahvıma sürüklemiş ve geride bırakabildiğim tek şey yıkılmış bir enkaz olmuştu. Ben enkazdım, altında ezilen yine ben olmuştum.
Ve hissettiğim bu şeyi bir kelimeye dökecek olsam derdim ki; darmaduman hissediyorum.
On yedi yıl kadar genç bir beden yıkılmamıştı, yıkılan şey yaşlı ruhumdu. Enkaz alanına cevabı olmayan bir sürü sorular gelmişti, etrafımda koşturuyorlardı.
Sanki yıkımım bir çocuk parkıydı.
Atlas beni dürtüp duruyordu. Kendi içime girmiş ve kısa süreliğine de olsa o arbedeye şahit olmuştum. Uzun bir yolun iptidaisiydim, o yolun sonunda beni ne bekliyordu çok merak ediyordum ama aynı zamanda da korkuyordum. Delice.
Delice bir korkuydu bu.
Beni bilinmeyenlerle ağzına kadar dolmuş bir kuyunun içine deviriyordu, bu korku öylesine deliceydi ki belki de tekrar hastaneye yatacaktım. Ellerimdeki titreme geri gelmişti, yine yerli yerindeydi.
"Ne demek bu?" Dedim bacaklarımdaki titremeyi de tüm bedenimde hissederken. Çaresiz bir titremenin mahkûmuydum, hem de tam bu, tam bu anda. Tam şu anda.
"Güneş, gitmeliyiz." Atlas'ın elleri iki omzumu birden tutuyordu, sıcaklığı ise sırtımda bir cehennemdi. Çok değil, beş dakika önce onun sıcaklığının içinde yaşamak istememiş miydim?
Devrildiğim bu kuyu, Atlas'ın yakıcı sıcaklığını hissedemeyeceğim kadar soğuktu.
"Güneş, tamam daha fazla bakma. Gel. Gel, konuşacağız sonra." Beni kollarımın altından tutup ayağa kaldırana kadar bacaklarımın beni taşıyabileceğini düşünmemiştim. Ayakta bile eciş bücüş kalmışken Atlas kutunun kapağını kapattı, kolunun arasına sıkıştırdı ve bir kolumu tutarak beni odadan hızla çıkardı.
Ayakkabım elimdeydi, çıkış kapısına geldiğimizde öyle aceleciydik ki ayakkabılarımızı bile giymemiştik. Atlas kapıyı sessiz olmaya özen göstererek kapattı, benimle birlikte asansöre yönelecekken son anda merdivenlere yöneldi.
"Güneş kendine gelmelisin. Şu kafanı topla!" Atlas'ın uyarıları tamamen tıkanmış kulağımdan zar zor içeriye girerken nefeslerimi düzen altında tutmaya çalıştım ve kolumu onun elinden çekip merdivenlerden büyük bir hızla indim. Kendime gelmem Atlas'ı rahatlatmış olmalıydı. Ancak halen kendimde hissettiğim sayılmazdı.
Üç katın merdivenlerini inmek zor olmadı, ya da anın verdiği adrenalin bize gittiğimiz yolları unutturuyordu. Atlas kutuyu yanına almıştı, Akal Hoca fark etmeyecek miydi? Kutunun kaybolması sorun teşkil etmeyecek miydi?
Binanın kapısından çıktığımızda motoru çalışan araba tam önümüzde bizi bekliyordu. Kumsal sürücü koltuğundaydı. Gecenin üzerimize örttüğü karanlığı sokak lambalarının sarı ışığı aydınlatırken Atlas ön koltuğa geçti. Bense kapısı açık arka koltuğa geçtim ve her zamanki gibi koltuğa değil, arabanın zeminine çöktüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIZIL ŞAFAK
FantasyAslında her zaman bir çemberin etrafında dönüp duruyorduk, hem de defalarca. Döngü. Döngü, döngü, döngü. Döngü. Beni siz yarattınız. Bunu siz yarattınız. Ve şimdi, Kendi yarattığınızdan korkuyorsunuz. - "Atlas Kumsalında, güneş ışı...