2-Zincir

328 28 201
                                    

Gözlerimi yavaşça açtım. Uyanmayı ertelemek istemiyordum. Neredeydim ya da ne durumdaydım merak ediyordum doğrusu. Vücudumun büyük bir bölümü uyuşmuş, bazı yerlerim ise inanılmaz ağrı içindeydi. Nefes alıp verirken sol akciğerime bıçaklar saplanıyordu. Dudaklarımda kan tadı vardı. Genel olarak kendimi günlerce yol yürümüş, aç susuz kalmış biri gibi hissediyordum.

    Zorlukla doğruldum ve içeriye sızan ince gün ışığına gözlerimin alışması için kendime biraz zaman verdim. Anladığım kadarıyla bir tır konteynırının içindeydim. Araç sanki toprak bir yoldan gidiyormuşçasına sallanıyordu. Hemen başımın üstünde ve karşımda aynı hizada iki küçük cam vardı. Bunun dışında çok aydınlık değildi ancak gözlerim alıştığında daha net görmeye başladım. Biraz daha aydınlık olsaydı belki gözümü bile açamazdım.

    Aniden başıma giren ağrıdan dolayı gözlerimi tekrar kapatıp elimi başıma götürdüm ve kendime ne durumdayım diye bakmaya başladım. Bakışlarım öncelikli olarak ayağıma bağlanmış zincire takıldı. Sonrasında da açık olan belimdeki çiziklere ve göğsümün üzerindeki ince yara izine baktım. Üstüm başım toz toprak içindeydi ve sırtımda sanırım sürtünmeden dolayı izler ve çürükler vardı. Acısını hissediyordum. Kazağımın altına giydiğim sıfır kol bluzlaydım. Ve burası inanılmaz soğuktu.

    "Vay vay vay, uyuyan güzelimiz de uyanmış."

    Başımı aniden sesin geldiği yöne çevirdim. Konteynırın en başında, bir ayağını uzatmış, diğerini kendine çekmiş, oldukça rahat bir biçimde oturan adamı gördüm. Onun da ayağında bir zincir vardı ama halinden hiç şikayetçi biri gibi durmuyordu. Zemindeki zaman parçalarının bir tanesini ağzına kürdan yapmış, diliyle oynuyordu.

    "Sen de kimsin?" diye sorduğumda sesimi ben bile zor duydum. Birkaç kez boğazımı temizledim ancak her yanım gibi boğazım da sızlıyordu.

    "Yanıma gel," dedi ve biraz kenara kaydı. Hemen çaprazımda duruyordu ve ayağımdaki zincir yanına kadar ulaşmamı sağlıyordu. Sürünerek yanına yaklaştım, bana uzattığı plastik şişedeki sudan kana kana içtim.

    Bu adamın kim olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu. Onu daha önce görmediğime dair yemin edebilirdim. İnce, uzun yüz hatlarına sahipti. Yüzünde saçları gibi sarı kirli sakalı vardı ve gözleri maviydi. Bakınca oldukça yakışıklıydı aslında ancak kendine bakmadığı ve pek önemsemediği hemen anlaşılıyordu. Kaç yaşındaydı üstelik? En az otuz. Genç gösteriyordu lakin göz kenarlarındaki kırışıklıklar beni unutmayın der gibi oldukça belirgindi.

    Gözlerimi dikmiş onu incelerken aynı şekilde o da beni inceliyordu. Bundan nedense utandım, bakışlarımı konteynırın boş olan kısmına çevirdim. Boş ve kocaman bir konteynırda daha önce hiç görmediğim biriyle, ayaklarım zincirli bir halde öylece duruyordum ve hiçbir şey hakkında fikrim olmadığı için de kendimi çok çaresiz hissediyordum.

    "Hayatımda hiç böyle bir şey yaşamadım," dedim farkında olmadan.

    "Evet, belli oluyor. Tanımadığın bir adamın verdiği sudan içtin az önce."

    Bir an ne söylediğini anlamaya çalıştım. Sonra gözlerim aramızda duran su şişesine kaydı.

    "Şişeyi ben açtım."

    "Güzel yakaladın. Yine de aklında bulunsun. Dünyanın çivisi çıkmış."

    Rahat tavrı, sanki böyle zincirler içerisinde tırın arkasında değil de, tv önünde trajedi izlerken bu sözleri söylediğini gösteriyordu. Ama rüyada değildim. Bu kadar rahatlık da akıl alır gibi değildi.

FEVT (Devam Ediyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin