3 Ay sonra...
Kaybın oluşturduğu derin yaraları, acıyacağını bildiğimden temizleme girişiminde bile bulunmuyordum.
Evet, yaşıyordum. Ne güzel...
O olayın üzerinden tam olarak bugün, üç ay geçmişti.
Ellerimi ne zaman yıkasam her yerin kan olduğunu hissedip banyoda uzun süre ellerimle savaşmam artık azalmıştı. Bir şekilde bir şeylerin üstesinden tek başıma gelmeye çalışıyordum. Başarılı olduğum söylenemezdi. Aslında, eksik hissetmek dışında pek sorun yoktu. Her açıdan eksik ve her açıdan çaresiz.
Odanın en karanlık köşesinde oturuyordum. Yatağıma dayadığım sırtım artık ağrımaya başlamıştı. Soğuk parke yüzünden defalarca kez hasta olmuştum ama inatla hala aynı yerde, bir bacağımı uzatmış, bir bacağımı kendime çekmiş oturuyordum. Bir yere bakmıyordum. Daha doğrusu bir şey göremiyordum. Minicik odaya tek ışık sağlayan pencelereleri perde ile kapatmıştım. Hayat zaten beni baharın ilk ışıklarını gösterecek kadar sevmiyordu.
Sinirlerim bozuktu. Bu süreç içerisinde kendimle kaldığım her an içim belirsiz bir öfke ile doluyordu. Kötü olan ise neye bu kadar öfkeli olduğumu bilmememdi. Ciddi anlamda problemli birine dönüşmüştüm ve bu durum her şeyi daha da berbat hale getiriyordu.
Bazı şeyleri görmezden gelmek için elimden geleni yapmaya çalışıyordum. Gelin görün ki, bende hiçbir sonuç yoktu. Tam bir hayalkırıklığıydım. Ben göz devirdikçe her şey daha büyük bir etki ile çarpıyordu yüzüme. Düşündükçe kafamda kurup duruyordum. Her şey zihnimde farklı senaryolarla oynanıyordu. İhvan'ın sözleri anlamını yitirmişti. Düşünmeden geçen her günüm için ağıt yakıyordum. Düşünmek, hep kaçındığım düşünceler, beni şu an ayakta tutan tek şeydi.
Denemek zorundaydım ama. Mücadeleyi kazanmak zorundaydım. Çünkü kendim olmak bunu gerektiriyordu. Ben böyle biri değildim. Bunu kendime söyledikçe daha çok dibe batıyordum. Zorlanıyordum. Acı çekiyordum. Dursun, bitsin istiyordum. Her seferinde kendime bırakıp gitmek için sebepler arıyordum.
Kendisiyle olan savaşı kazanamayan biri, dışarıdaki savaşta nasıl mücadele edebilirdi?
Kaçırılıp esir tutulan babam, kaçıp belirsizliğe gömülen annem, terk edip ölüme giden Devran, ellerimden kayıp gitmesine bile üzülemediğim dostum, Mina... Harabe olduğunu sandığım ve bazen şizofren olduğumu düşündürten evim. Aşkı uzun süre sonra bulmuş ve her şeye rağmen umutla uyanan arkadaşlarım, İhvan ve Sadra. Kayıplara karışan eski bir eş, Aren. Büyük adımlar beklediğimiz ama sessizliği ile bize her günü korkuyla geçirmemizi sağlayan Hiram. En yakınımızda olan en büyük düşmanımız, bizi bizden iyi bilen Agah. Kayıp bir mektup. Saklı bir sandık. Güç arayışları. Dünyanın en büyük ve en gizli mücadelesi. Bir de ben.
Silahımın yanında duran yarısı bitmiş bira şişesini aldım.
Benim için bu kadardı. Benim için ifade edebilme gücü buraya kadar yetiyordu. Hislerimi ise derinlerde saklıyordum. Çünkü dile getirmekten hala korkuyordum.
İnsanları öldürmek artık sorun olmaktan çıkmıştı. Ailemi ararken peşimde kaç ceset bıraktığımı bilmiyordum. Babama yaklaştıkça uzaklaşıyor gibiydim. Annem ise binlerce kilometre uzakta, belirsizlikteydi. Bir ayım böyle geçti. İstanbul'da aramadığım yer kalmadı. Her noktada Hiram'ın adamları beni bekliyordu, Agah'ın adamlarıyla karşılaşmamıştım. Eğer karşılaşsaydım zaten ölmüş olurdum. Eskisi kadar kafaya takmıyordum desem yalan olurdu. Her ölümde içimden bir şeyler eksiliyordu. Benliğimi, duygularımı kaybediyordum. Ancak o silahı kafama dayasam, tetiğe asla basamayacağımı biliyordum. Korkak olmak bunu gerektirirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FEVT (Devam Ediyor)
General Fiction"Ölümle Dans Edenler #1" Hayatım boyunca normal olarak adlandırdığım yaşamım, arkadaşımın doğum gününde yerle bir oldu. Önce evime saldırdılar, sonra beni kaçırdılar, ardından Rusya'nın karanlık bir ormanının içinde kalan bir köşkte hayatımın bilme...