Güzel olan her şey bir gün bitiyordu ve acılar hep baki kalıyordu.
Devran'la izlediğimiz gün doğumundan sonra karanlığa hızlı bir dönüş yapmıştım. O günün sabahında, uçakla Rusya'ya dönmüştük. Cenazeye katılmak istememiştim. Devran tatilimizi uzatabileceğimizi söylemişti ancak ben istemiyordum. Hem peşimizde sürekli birileri oluyordu, hem de o korkunç anı görmek istemiyordum. Hayatımda hiçbir cenazeye katılmamıştım. Uzun süre sözünün bile geçmesini istemiyordum.
Sevdiğimiz insanlar mı ölürdü, yoksa ölen insanları mı çok severdik?
Rusya'ya dönüş rahat geçmişti. Gerçi ben uyumuştum. O gece kendimi gerçekten her anlamda kötü hissetmeme rağmen Devran yanımda olduğu için şanslıydım ve bir şeylerin üstesinden gelmeyi az çok öğreniyordum. Umarım kimse görmezden gelmek zorunda kalmazdı. Bu unutmaktan daha zordu.
Kapıdan içeri girene kadar diken üstündeydim ancak içeri girdiğimde sanki her şeyi geride bırakmış gibi hissetmiştim. Gerçi bu hislerimde yanılmış sayılmıyordum. Burası bambaşka bir dünyaydı çünkü.
Evde sadece İhvan vardı ve o da gelir gelmez "Ben sizi uyarmamış mıydım?" diyerek bizi, daha doğrusu beni sorguya tutmuştu. Çünkü Devran hemen yanımızdan kaybolmuştu. Kaybolmuştu diyordum çünkü ne ara yanımızdan ayrıldığını anlamak çok zordu. Hayalet gibi hareket ediyordu.
İhvan'a sağlam olduğumuzu, atlattığımızı anlatmak ve ikna etmek o an bana dünyanın en zor şeyi gelmişti. Gerçekten kendi bildiğinden şaşmıyordu. Neyse ki ben ter dökerken kapıdan Sadra girmişti ve beni hemen konudan uzaklaştırmıştı.
Şimdi üçümüz birlikte mutfaktaydık. Yemek masasındaydık ve hem bir şeyler yiyor hem de konuşuyorduk. Mina'nın hayaleti olduğunu düşündüğüm, gözümün önündeki sis perdesi yavaşça kayboluyordu. Bu ona dair bana kalan son şeydi bana göre. Kaybetmek bu kadar ağırsa hala nasıl altında ezilemiyordum? İçimde kalacak olan boşluk, geliyorum derken bile beni saç teli kadar ince bir iple boğmaya çalışıyordu. Neyse ki arkadaşlarım beni kendimle kalmaktan her zaman yoksun bırakıyordu.
Tapınakçılar ve Kutsal Ahit Sandığı hakkında öğrendiklerimden konu açılınca İhvan büyük bir ciddiyetle "Bu sular çok derin," dedi.
İçeri Devran girdi. Bakışları bize hiç ulaşmadı. Buzdolabını karıştırdı ve eline bir elma buldu. Bir ısırık aldı, mutfaktan çıkmak için yürümeye başladı ama Sadra onu durdurdu.
"Abi, bir şeyler yemeyecek misin?"
Bakışları bize döndü. Bir an elindeki elmaya baktı. İçinden ortamı ve yemekleri tarttığını anlayabiliyorduk. Sonra yanımıza geldi ve tam karşıma, İhvan'ın yanına oturdu. İhvan ise onu umursamadan sözlerine devam etti.
"İşin garip kısmı, sandığın kesin varlığının bilinmemesi. Üstelik adamların isimleri de belli değil. Bu isimleri baban biliyordu. O da ortalarda yok. Onu kaçıran kişilerin bu üç isimle bağlantılı olduğuna inanıyoruz. Diğer Tapınakçılar da olabilir. Çember genişliyor ama şansa bak ki bir santim bile daralmıyor. Attığımız adımlar geriye gidiyoruz hissi veriyor."
"Sonuç olarak nerden başlamamız gerektiğini bilmiyoruz. Öyle mi?" diye sordum. Umutsuzluğa kapılmak istemiyordum. Daha çok erkendi. Tamamen yıkılmama hala zaman vardı.
"Evet, tahminler ve olasılıklar dışında elimizde hiçbir şey yok."
"Sandık umrumda değil," dediğimde tüm gözler, Devran dahil, bana döndü.
"Bana öyle bakmayın. Annemi ve babamı bulmak istiyorum. Ben bir fedai olamam bundan sonra. Her şey, bu hayat bana çok uzak. Zaten nereye tutsam elimde kalıyor."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FEVT (Devam Ediyor)
General Fiction"Ölümle Dans Edenler #1" Hayatım boyunca normal olarak adlandırdığım yaşamım, arkadaşımın doğum gününde yerle bir oldu. Önce evime saldırdılar, sonra beni kaçırdılar, ardından Rusya'nın karanlık bir ormanının içinde kalan bir köşkte hayatımın bilme...