12-Yoğun Bakım

75 13 0
                                    

Yolculuk boyunca Devran beni düşüncelerimle baş başa bıraktı. Ben ise hep kaçmaya çalıştığım şeyi yaptım. Bu sefer gözlerimi kapatıp her şeyi bir kenara bırakmak yerine düşünmeyi denedim. Anlattığı şeyler bana yılların efsanesi gibi gelmişti ancak her şey gerçekti ve bu durum beni çok korkutuyordu. Bu bir şaka değildi, kimse eğlenmiyordu. Ciddi bir işin içine düşmüştüm ve tek başıma elimden hiçbir şey gelmeyeceğinin de farkındaydım.

Zordu. Başa çıkması gerçekten zor ve yorucuydu. Ama onlar, Agah, Devran, İhvan, Sadra ve daha bir çok kişi bu işin altından kalkabilmek için mücadele ediyordu. Daha öğrenmem gereken kim bilir neler vardı. Az bir kısmını bildiğimi biliyordum ve bu az kısım bile beni dehşete düşürmeye yetmişti.

Yapmam gerekenler basitti ve Mina'nın sağlığı hakkında endişe etmemeye başladığımda, yapmam gereken her ne ise bu sorumluluğu üstlenecektim. Hayatımı mahvettikleri için zaten öfkeliydim. Bir de geleceğimi yok etmelerine izin veremezdim.

Ailem. Belki de artık yoktu. Daha önce de düşünmemek için elimden geleni yapmıştım ancak Devran'ın anlattıkları her şeyi mahvetmişti. Gerçekten ailem kayıptı. Adamlar arayıp fidye falan da istemeyecekti. Öyle olsaydı paramız olması bizim için avantaj olurdu. Şimdi ise ortada avantaj falan yoktu. Ciddiydiler, acımasızdılar ve amaçları için ailemi harcamaları gerekirse, bunu yapacaklardı.

Hastanenin önüne geldiğimizde içimi bir korku kaplamıştı. Mina'nın ailesine ne söyleyecektim? Beni gördüklerinde nasıl bir tepki vereceklerdi? Suçluluk hissini doruklarda yaşarken onların da beni suçlamasını ben nasıl karşılayacaktım?

Endişem o kadar büyüktü ki, Devran arabayı park ettiğinde bana döndü ve "Gergin olmanı gerektirecek hiçbir şey yok," dedi. Hissetmişti.

"Sen öyle san," dedim ve alayla güldüm. "Onlardan nasıl özür dileyeceğim? Kızları için nasıl bir mücadele içindedirler kim bilir? İçleri nasıl soğuyacak bana karşı?"

"Tamam, bu olaydan kendini sorumlu tutman gayet mantıklı."

Harika, dedim içimden. Beni gerçekten rahatlatmıştı.

"Şu açıdan düşün. Aynı durumda sen olsaydın, senin ailen onlara nasıl bir tepki verirdi?"

Sanırım onları suçlamazlardı. Babam olacak olanlara mani olamayacağımızı gayet biliyordu. Babam her zaman kadere ve kazaya inanan, olayları hep mantıcıyla çözen biriydi. Ancak durum zora gelince, işin içine duygular girince ne tepki verirdi, bilmiyordum. Çünkü biz yaşamamıştık. Böyle bir şey bizim başımıza gelmemişti. Üzüntüleri onları gafil avladıysa, hiçbir şekilde beni affetmezlerdi ve ben bundan endişeliydim.

"Şura, Mina'nın orada olması talihsiz bir tesadüften öte, bir yazgıydı. Bunu anlayabilirsen altından daha rahat kalkabilirsin. Bu onun başına gelmeseydi, daha farklı bir olay onu devirebilirdi. Evet, duygular yoğunken bunu düşünmek zordur ama ne zaman duyguların esiriyken mantığını devreye sokarsan, her şey daha katlanılabilir bir duruma gelir."

Başımı eğdim ve "Her zamanki gibi haklısın," diye mırıldandım. Ona karşı kaybetmeyi kabullenmiştim.

Onlarla yolum kesişmeden önce, biri bana büyüdün mü, diye sorsaydı kesinlikle evet derdim. Yirmi iki yaşında, yetişkin bir insanım ben. Ama küçüktüm işte. Öğrenmem gereken çok şey ve tatmam gereken çok acı varmış meğer. Ve büyüklük yaşla değil, gerçekten yaşadıklarınla ilgiliymiş.

Arabadan inip hastanenin girişine ilerlerken aklıma gelen şeyle aniden durdum. "Devran bu silahlarla nasıl gireceğiz?"

Güldü.

Harika, dedim. Kesinlikle bu hastanede de adamları vardı. Bu bir tesadüf müydü yoksa tüm İstanbul Haşhaşiler sayesinde mi dönüyordu? Ve ben babam da bir fedai olmasına rağmen, hiçbir şey fark edememiştim.

FEVT (Devam Ediyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin