Not: Merhaba Arkadaşlar. Biliyorsunuz ki, gerçi kaç kişi okuyor bilmiyorum ama, hikayenin devamını da buradan paylaşmaya devam edeceğim. Sınav haftam dolayısıyla biraz geç başladık ancak kısa aralıklarla bölümler gelmeye devam edecek. Sessiz okuyucular olduğunu biliyorum ancak yorumlarınıza ve oylarınıza ihtiyacım var. Beni motive edeceğinize inanıyorum. İyi okumalar dilerim. :)
Allah der ki, kimi benden çok seversen onu senden alırım. Onsuz yaşayamam deme, seni onsuz da yaşatırım.
Bu korkunç döngünün içinde savruluyordum. İnancımı sorguluyordum, hayatımı sorguluyordum, kendimi, çevremdekileri sorguluyordum. Kalbimi sorguluyordum. Onu sorguluyordum.
Bu noktaya geldiğim o ilk zamanlardaki düşüncelerime ve şimdi karanlıkta koltuğa uzanmış tavana bakarken nasıl büyüdüğüme lanetler okuyordum.
Ben hastaydım. En kötüsü de bu ölümcül hastalığın çaresi yoktu.
Kalbim acıyordu. Başınız ağrıdığında elinizle bastırırsanız acıyı anlık hissetmezdiniz. Elimi kalbime bastırdığım her an acıyı derinden hissediyordum. Ama onu hatırlayabildiğim bu nadir andan kopamıyordum.
Mina öldü Şura.
Baban öldü.
Sevdiğin adam kollarında can verdi.
Annen Türkiye'de ve iki yıldır sana ulaşmadı.
Her şey, her anı, her detay bıçak gibi göğsüme saplanıyordu.
Büyüdün Şura, büyümek zorunda bırakıldın.
Yaşamak istemiyordum. Her şey bir enkaz gibiydi benim için. Bir düzenim yoktu. Bir dayanağım yoktu.
Bir amacım yok Devran. Yine tutunabileceğim bir şey yok. Buradaki herkes, sen özellikle, bana yaslanacağım bir duvar verip, giderken onu da yıkıp dağıttınız. Ben, artık, yapamıyorum. Ben ölmek istiyorum. Ne olur bana izin ver.
Her geçen gün benim için bir işkenceye dönmüştü. Vadem dolsun diye ot gibi yaşıyordum. Bir gün ölüm kapımı çalsın ve beni kolumdan tutup bu karanlık odadan çıkarsın diye bekliyordum.
Çalan telefon susmuyordu. Üç gündür aralıksız çalıyor, inatla kendini tekrarlıyordu. Her kimse, öldüğümü düşünmeliydi. Artık pes etmeliydi. Herkes pes etmeliydi. Çünkü ben pes etmiştim.
Ölü gibi koltukta uzanırken hemen önümdeki dijital takvime bakıyordum. Gözümden akan tane tane damlalar kulağıma doğru ilerliyordu. Bugün 25 Aralıktı. Onun doğum günüydü. 25 Aralık gecesi en yakın arkadaşım son nefesini vermişti. 25 Aralıkta ilk kez gün doğumunu birlikte izlemiştik. O günden sonra hayatımıza güneş doğmamıştı. Ve ben bu kahrolası geceye bir trajedi daha ekledim. Üç gündür çalan telefonu açtım.
"Efendim?" Sesim zar zor çıkıyordu. Deli gibi sigara içiyor, içki şişelerini deviriyordum. Kimseyle konuşmuyordum. Kimseyi özlemek istemiyor ama her dakika kayıplarım için yas tutarken onları bir kez daha görebilmek için tanrıya yalvarıyordum.
"Tanrım, Şura?" Bu ses o kadar tanıdıktı ki, zihnime bu sesi unutmadığı ve özlediği için lanetler okudum.
"Ölmedim."
Telefonu kapatmaya hazırdım. Beklediği şeyi ona vermiştim. Hala nefes alıp almadığımı merak etmekten başka bir şey yapamıyorlardı artık benim için.
Cesur bir insan değildim. Ölmek de cesaret eylemi değildi zaten. Korkaktım. Ölümden değil, kendimi öldürmekten, ona dair son parçaya veda etmekten korkuyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FEVT (Devam Ediyor)
General Fiction"Ölümle Dans Edenler #1" Hayatım boyunca normal olarak adlandırdığım yaşamım, arkadaşımın doğum gününde yerle bir oldu. Önce evime saldırdılar, sonra beni kaçırdılar, ardından Rusya'nın karanlık bir ormanının içinde kalan bir köşkte hayatımın bilme...