9-Kar ve Ölüm korkusu

104 16 0
                                    

Gece bir nebze olsun uyumadığım, gözümü bile kırpmadığım için, yanan gözlerle başa çıkmaya çalışıyor, üstelik Sadra tarafından bir şeyler yemeye zorlanıyordum.

Devran'dan ayrıldıktan sonra ağlamaya elbette devam etmiştim. Bu durum beni mahvediyordu. Hep kendimi sorgulardım hayatta. Şimdi ise sorgulayacak çok şey vardı. Çıkmaza giriyordum. Sürekli duvarları seyrediyordum. Sonra baktım tek başıma altından kalkamıyorum, kalkıp yemek salonuna indim. Geçen sabah olduğu gibi kalabalık değildik. Hatta neredeyse kimse yoktu. Sadece karşımda oturan Sadra ve ben. İşin garip tarafı etrafta hizmetçi görmüyordum ama geldiğimde masa tamamen donatılmıştı.

Zor da olsa benim için hazırlanan ıhlamurdan bir yudum aldım ve ellerimle gözlerimi ovuşturdum. "Kafamda o kadar çok şey var ki, uyuyamıyorum. Bu ilk kez başıma geliyor."

Yemek yemekle oldukça meşgul olan Sadra, sözlerimin ardından göz ucuyla durumumu tarttı.

"Gerçek dünyaya hoşgeldin. Tam bir hortlak gibi görünüyorsun."

Sözleri nedense beni güldürdü. En son kaç gün önce güldüğümü bile hatırlamıyordum. Güzel bir başlangıç denebilirdi.

"Gerçekten uykusuzlukla nasıl başa çıkıyorsunuz?"

Ağzına attığı ekmek dilimi yutmadan konuştu. "Bir süre sonra alışıyorsun. Gerçi ben küçüklüğümden beri az uyurum. Uykum geldikçe de kısa kısa kestiririm."

Bu güzel bir alışkanlıktı. Ben ise tamamen uykuya bağlı birisiydim. Bir keresinde okulda uyanmak o kadar zor gelmeye başlamıştı ki, uyandığımda yatağa oturup uzun süre ağlamıştım.

Burada uyku benden çok uzaktaydı ve bana yaklaşmaya hiç niyeti yok gibiydi. Üstelik ben alışamıyordum. Alışmak istediğim de söylenemezdi. Uyku benim için her şeydi. Kaçış yöntemi, insanları erteleme düşüncesi, dinlenmek için inanılmaz bir ilaç...

Oturduğum sandalyeye yaslandım ve başka bir soruya geçtim.

"Kafam o kadar dolu ki, doğru düzgün düşünemiyorum bile."

Sadra, bu durum çok normal dercesine bir bakış atınca kaşlarımı çattım. Açıkçası onunla konuşmanın, diğerleriyle konuşmaktan daha rahat olduğunu düşünüyordum. Yaşlarımızın yakın olması, bana arkadaşıymış gibi davranması bu düşüncemi güçlendiriyordu. Gün geçtikçe ona ısınıyordum.

"Gerçek dünyaya hoşgeldin," dedi tekrardan ve sıcak bir gülümseme ile noktayı koydu.

"Bir şeylerle yüzleşmek, vicdan azabı çekmek ve bulunduğum durumu kabullenmeye çalışmak beni yoruyor."

"Keşke biz de yorulsak ya da vicdan azabı çeksek. Bu hala insan olduğumuzun bir kanıtı olurdu."

Sözleri ve yüz ifadesi ortamın ısısını düşürünce daha fazla uzatmamaya karar verdim. Ayrıca ona bu konuda katılmıyordum. Onlar hala insandı. Belki duygularını bastırmak, hayatın en acımasız yönüyle yüzleşmek zorunda kalsalar da onlar bence idare etme ve başa çıkma konusunda oldukça başarılıydılar. Bu yönlerini kıskanıyordum.

Hepsinin bilmediğim bir savunma mekanizması olduğunu düşünüyordum.

Kendime baktım yine. Ben ne yapıyordum? Yani bulunduğum yerden ya da durumdan söz etmiyordum. Benim amacım neydi? İyi bir asker olmak mı? Başarılı bir evlat olmak mı? Her zaman insanların yanında olan ve onları destekleyen bir dost olmak mı yoksa? Aslında evet, bir nevi öyleydi ama buraya geldiğimden beri elle tutulur hedeflerim olmuştu. İstemesem de burası beni kısa zaman içerisinde etkilemişti. Ailemi bulmak, arkadaşıma kötü günlerinde yardımcı olmak, intikam demek istemesem de her şeyimi elimden alan o insanlarla yüz yüze gelmek... Evet onlar insanlıktan kopmamışlardı. Çünkü onların iyi ya da kötü emelleri vardı. Bunun için çabalıyorlardı. Asıl önemli olan buydu bence. Her ne kadar inandıkları şeylerle çelişsem de, burada olmak güvenli ve mantıklı gelmeye başlamıştı.

FEVT (Devam Ediyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin