Gözlerimi yavaşça açtım. Camdan giren güneş ışığı beni rahatsız ediyordu. Devran'ın olmadığını düşündüğüm için yatağa yayılarak gerindim ancak etten bir duvara değdiğimde irkilip geri çekildim. Kolumdan destek alarak doğruldum. Yüzünü göremiyordum çünkü örtüyü rahatsız olmuş gibi başına kadar çekmişti. Şaşırmıştım. Her zaman benden önce kalkıp kaybolurdu ama bugün ben onu geçmiştim. Hasta falan mı, diye düşündüm. Belki de canı erken kalkmak istemiyordu. Genelde insanlar alışılmışın dışında bir şey yapınca ben huzursuz oluyordum.
Yataktan çıktım ve cama doğru ilerledim. Perdeyi Devran'ın güneşten kurtulması için biraz kapattım. Parmak uçlarımda ilerleyerek dolaba ulaştım. Devran'ın uyanmaması için özel bir çaba sarf ediyordum. Üzerime rahat bir eşofman ve tişört geçirdim. Ev her zamanki gibi çok sıcaktı ve ben artık katlanamıyordum. Dışarıdaki soğuğu düşününce bu kadar rahat olmak beni daha fazla geriyordu. Ne çok soğuktan, ne de çok sıcaktan memnundum. Huzursuzlukla homurdanıp kapıya yöneldim. Tembel adımlarla merdivenlerden inip mutfağa gittim. Herkes elbette ki uyanmıştı ve kahvaltı masasındaydı. Tanımadığım, ara sıra gördüğüm kişiler, Sadra, İhvan ve Agah, hep masadaydı. Eksik sadece Devran ve bendim. Devran'ın yeri her ne kadar anlaşamasalar da İhvan'ın yanıydı. Benimki ise İhvan'ın tam karşısı, Sadra'nın yanıydı. Bazen İhvan ve Devran ne kadar tartışsa ya da sorun yaşasalar da onların ilişkisi alışkanlığa dayanıyordu. Bir ekiptik ve zorlukların üstesinden istemeye istemeye de olsa birlikte geliyorduk. Ya da onlar geliyordu. Benim pek etkin olduğum söylenemezdi.
Sandalyeme oturur oturmaz bakışlarım istemsizce Agah'a takıldı. Gayet normal bir şekilde kahvaltısını yapıyordu. Arada bir yanı başında oturan genç çocuğun anlattıklarına ve sorduklarına yanıt veriyordu. Biz umrunda değildik açıkçası. Zaten asıl mesele biz onu karşımıza aldığımızda bize verecek olduğu tepki ve sonrasındaki davranışlarıydı.
Bu konuda oldukça endişeliydim çünkü karşımıza alacağımız kişi basit biri değildi. Ancak risk almak zorundaydık. Her şey birbirine girmişti ve daha fazla düğümlenmeden bir şeyler açıklığa kavuşmalıydı.
Tabağıma birkaç tane zeytin ve peynir aldım. Yemek yeme isteğim kaybolmuştu. Açıkçası umrumda da değildi. Arkama yaslandıktan sonra karşıya, İhvan'a baktım.
Bakışları benim üzerimdeydi. Hiçbir şey anlamasam da kaş göz işaretleriyle bana bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Ne olduğunu anlamadığımı belirten bir ifadeyle bakınca eliyle ona yaklaşmamı işaret etti. Masaya doğru eğildim ve "Ne var?" diye sordum.
"Bugün mü?"
"Evet," diyerek onu onayladım. Konuşacaktık, bu gerçekten olacaktı ve ben nedense çok sakin hissediyordum.
Agah'ın, çok fazla muhattap olmasam da, riskli biri olduğunu anlamam zor değildi. Üstelik ona sadık olan çok fazla kişi vardı. Bunlardan en önemlisi Devran'dı. Agah'a düşman olursak ya onu kendi tarafımıza çekecektik ya da düşmanımız olacaktı. Bu durum ağzımda acı bir tat oluşturuyordu. Yüzümü buruşturdum ve tekrar geriye yaslandım. Uzun süre sessizce etrafımdakileri izledim. Bu sırada ise ailemi düşündüm. Bu sık yaptığım bir şey değildi çünkü. Artık kendime bir savunma mekanizması oluşturmaya başlamıştım. Az düşünerek, farklı konuları bir anda düşünüp aklımı karıştırarak belirsizlik içinde can çekişmeyi, acı ve hasret duygularına yenik düşmeye tercih ediyordum.
Dünya etrafımda yansa, ateşe atlayacak cesarete sahip olmak istiyordum.
Buradaki herkes, bu masadaki herkes bir şeylerini kaybetmiş olabilidi, bilemezdim. Bildiğim tek bir şey vardı. Mücadele etmezsek eriyip gidecektik. Sıra yanmaya gelirse de, yanmaktan çekinmeyecektim. Çünkü bazen cesaret, en büyük fedakarlıktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FEVT (Devam Ediyor)
General Fiction"Ölümle Dans Edenler #1" Hayatım boyunca normal olarak adlandırdığım yaşamım, arkadaşımın doğum gününde yerle bir oldu. Önce evime saldırdılar, sonra beni kaçırdılar, ardından Rusya'nın karanlık bir ormanının içinde kalan bir köşkte hayatımın bilme...