*10 gün sonra*
Bu sabah kendimi çok yorgun hissediyorum. O günden sonra Bakugou ile hiç görüşmedim. Sadece bir iki kere mesajlaştık. Benim nasıl olduğumu merak ediyormuş. Öyle şeyler yazdı.
Dabi'yi öyle delirmiş bir halde gördükten sonra endişelenmeye başladım. Çünkü her an birine zarar verebilirdi. Polise söyleyemem çünkü tek başıma savaşmaya çalıştığım için kahramanlık hayallerim son bulabilir. Her gün birine bir şey olacak diye çok korkuyorum.
Annem: Asya? Kalkmadın mı hala? İçeri giriyorum.
Ben: Bugün çok yorgun hissediyorum.
Annem: Canım o zaman bugün kalkma yataktan dinlen. Yaz tatilindesin.
Ben: Haklısın anne.
Annem: Ama yine de zihinsel olarak yorgun hissediyorsan doktora gidebiliriz.
Ben: Hayır böyle iyiyim annecim.
Annem: Tamam, o zaman yarınki doktor randevunu unutma çünkü kansızlığın çok ilerlemiş. Teninin rengi bembeyaz olmuş.
Ben: Tamam unutmam.
Göz kırptı ve odadan çıktı. Ne kadar yorgun olsam da böyle yeni uyanmış halimle durmak istemiyorum.
Tuvalete gidip elimi yüzümü yıkadım. Ardından krem ve dudak nemlendiricisi sürüp kirpiklerime de kirpik yağı sürdüm. İşte böyle daha iyi.
Üstüme siyah bir tişört altıma da beyaz bir etek giydim. Normalde etek seven bir insan değilim ama bugün nedense giyesim geldi. Çizgili çoraplarımı da giyince giyinme işim bitti. Böyle giyinince bütün yorgunluğum bir anda kayboldu. Öğlene doğru bir yerlere gitmek istiyorum ve sanırım nereye gideceğimi biliyorum.
Eşyalarımı küçük bir çantaya doldurmaya başladım. Boyalar, fırçalar, fırça suluğu, palet, kurşun kalem, silgi, kalem tıraş ve bir defter. Tamam! Şimdi de aşağı gidip birkaç yiyecek almam gerek.
Aşağı kattaki mutfağa gittim. Yeni yapılmış kurabiyeler vardı. Yaklaşık 12 tanesini önce bir kaba sonra da çantama koydum. Sushiler vardı. Oh bu gerçekten güzel. Bunları da alıyorum.
Çantamın içinde şu anda kurabiyeler, büyük boy pembe bir gazlı içecek, sushi, plastik tabaklar, plastik çatallar, karton bardak, büyük boy su şişesi, 5,6 paket abur cubur ve mochiler vardı. Bunların hepsini nasıl bitireceğimi sormayın. Bilmiyorum.
Saat şu an 13:23. En iyi zaman için akşamı beklemem gerekiyor. Bu sırada da biraz kendimle oyalanacağım.
Hazırladığım eşyaları biri karıştırmasın diye odama çıkarttım. Sonra da duş alıp tırnaklarıma beyaz bir oje sürdüm. Gözlerime de eyeliner çekmek istedim ama ellerim titrediğinden gidip kuaförüme yaptırdım. Ojeleri bile zar zor sürüyorum zaten. Duştan sonra yine aynı beyaz eteği giydim ama bu sefer üstüme mavi önden büzgülü bir bluz giydim.
Saat 15:46 oldu. İşte şimdi çıkarsam tam vaktinde varırım.
Aşağı kata indim.
Annem: Asya?! Çok tatlı olmuşsun. Nereye böyle?
Ben: Teşekkürler anne. Küçükken hep gittiğim bir dağ vardı ya. Hatta ucunda bir piknik masası var. Oraya gidip oyalanacağım biraz. Çok geç kalmam. Şoföre söyler misin?
Annem: Tamam Asyacığım. İyi eğlenceler!
Ben: Teşekkürlerr!
Eşyalarımı kapının önüne çıkarttım. Şoför çoktan gelmişti. Arabaya binip yolu tarif ettim.
Arabadan indim. Tam vaktinde gelmişim... Burası karşısında deniz olan ve gün batımını izleyebileceğiniz bir uçurum. Uçurumun en ucunda bir piknik masası var. İnsanlar şehir hayatının yoğunluğu ile buraya gelemiyor hatta çoğu burayı bilmiyor bile! Ben ise çocukken ilk defa buraya ben, Momo, annem, Rin'in annesi ve Rin ile gelmiştim.
Masaya resim malzemelerini koydum. Küçükken resim yapmayı çok severdim. Yani severdik. Rin ve ben. Aslında Momo'da resim konusunda yetenekli ama benim kadar sevmiyor.
Güneşin batışı o kadar güzeldi ki...
İçimi ısıtıyordu. Defterime rastgele resimler çizmeye başladım. Ya da hayır, bunlar rastgele şeyler değildi. Bunlar hissettiğim şeylerdi.
Önce bir kelebek sürüsü çizdim. Bu kelebekler toplanıp bir şeyi gökyüzüne doğru götürüyorlardı. Götürdükleri şey benim kalbimdi.
Bir de karanlık çizdim. İçimdeki karanlık tarafımdı bu. Karanlığın içerisinde bir ışık vardı. Ama sanki daha çok bir parıltı gibiydi. Bu da sensin Rin. Beni bırakmakla içimin bir kısmını karanlık bıraktın. Ama o karanlıktaki o minik pırıltı, bana her kötülükte bir iyiliğin olduğunu hatırlatıyor. Yin ile Yang gibi. Rin... Sonsuza kadar kalbimde kalacağın doğru. Fakat o içimdeki karanlığı bitirecek... seni özgür kılacak tek kişi Katsuki...
O bu karanlığı bitirecek ve seni o sıkıştığın karanlığından kurtaracak.
Bir resim daha çizdim. Burada yeşil renkli sanki bitkilerden yapılmış bir taç vardı. Bu tacı bir melek takıyor. Üzerinde beyaz bir elbise var ve parıldıyor. Bu meleğe elbise ve taç çizmemin sebebi bu meleğin ne kadar asil olduğunu vurgulamak içindi. Tacın da bitkilerden olması meleğin ne kadar doğal biri olduğunu gösteriyor. Çok utangaç ve alçakgönüllü olduğu için yanaklarını kıpkırmızı çizdim.
Evet... Bu sensin Momo.
Karanlığımın bir yanında bir melek var. Bu benim kendi iç benliğimin sahip olduğu bir melek değil. Çünkü benim kendi özümde bir melek yok. Bunu bildiğin için benim meleğim ve koruyucum oldun. Karanlığım bütün içimi kaplayacakken son anda içime bir güneş gibi doğup beni yaşama davet ettin. Bu davet için o kadar ısrarlıydın ki bir süre sonra seni kıramadım. Gittim ve o yemek masasına oturdum. Davetine icab ettim. O gün gözlerindeki şaşkın ama mutlu ışıltıyı hala hatırlıyorum. Beni bütün dünya karşına alsa bile senin asla almayacağını da biliyorum. Bu yüzden ne kadar gösteremesem de seni çok seviyorum.
Ve son olarak...
Önce bir gül çizdim. Bu gülün dikenleri gerçekten de çok sivri. Ama gül öyle bir gül ki, sanki cennetin bahçelerinden koparılmış ve aciz yeryüzüne indirilmiş gibi...
Bu güle bir el uzanıyor. "Hayır o güle dokunma. Çok sivri!" Böyle sesler geliyor etraftan. Hayır durmuyor, "Ama baksana çiçeği çok güzel!" diyor eli uzatan kişi.
En sonunda gülü tutuyor bu el. Ellerinde derin kesikler oluşuyor. Fakat o da ne? Bu kesikler... neden acıtmıyor?? Bu güle daha önce birileri dokunmaya çalıştı mı ki? Sanmıyorum. Muhtemelen dikenleri sivri olduğundan kimse cesaret edememiştir. Herkes ön yargılı davranmıştır. Fakat sorun değil. Gülü ilk tutan sen oldun. Acıtmadığını ilk sen anladın. O gülü aldın ve kokladın.
-Nasıl kokuyor?
- Nasıl olacak! Cennetten geldiği için cennet gibi güzel kokuyor...
Bu gül artık senin. Sadece sen koklayabilirsin. Ve bu gülü sadece sen tuttuğun sürece, bu gül sadece sana açacak, başkasına solacaktır...
İşte o gül sendin Katsuki. Sana uzanan el ise benim elimdi. Herkes sana ön yargılı davrandı. Benim sana uzanan elimi görünce olumsuz eleştiriler yaptı. Onları dinlemedim. Seni tuttuğumda senin dikenlerinin acıtmadığını anladım. Hatta dikenlerini bile seviyorum. Seni sen yapanlar dikenlerinse, onları da seviyorum.
Sen benim seni korkmadan tuttuğumu görünce cennetin o gizli kokusunu bana dünyadayken koklattın. Bu o kadar yüce bir kokuydu ki diğer insanlar bunun ne olduğunu bile anlayamadı.
İşte bu yüzden.
Senin ne kadar iyi biri olduğunu bilen tek kişi olma şansını bana verdiğin için teşekkür ediyorum.
