17. Bölüm

112 13 0
                                    

17. bölüm
                   
Herkesin bir umudu vardır. Bir acısı, bir yalnızlığı, bir hüznü. Çünkü herkesin bir gideni vardır, içinden bir türlü uğurlayamadığı. İnsan öyle durduk yere soğumuyor hayattan ve insanlardan. Susuyor ve sustukça biriktiriyor ve sonra ya içindekileri haykırıyor ya da sessizce uzaklaşıyor. Herkesten ve her şeyden. Bir süreliğine yalnız kalmak tehlikelidir ve bağımlılık yapar. Çünkü ne kadar huzurlu olduğunu görünce artık insanlarla uğraşmak istemezsin. Küçük Prens kitabının altında altını çizdiğim söz: "Ben üzgündüm ama onlara yorgunum dedim." Ben, bana hiç vakti olmayan bir kadını sevdim. Öyle sizin gibi görerek, dokunarak değil ama. Hiç görmediğim bir kadını sevdim ben. Gündüz bana vakti olmazdı, gece de bana vakti olmazdı. O istediğinde biz konuşurduk. O istediğinde biz uyuyorduk. Küserdik mesela, ben istedim diye hiç barışmazdık. Onun canı ne zaman isterse o zaman barışırdık .Bir hafta sonra... Bir ay sonra... Ne zaman canı isterse işte. Bana anlatmadığı bir sürü şey vardı. Ama yine de yıllarca onu sevmeme izin verdi. Ve vicdanı hiç sızlamadı. Oturdu benim ağlamamı izledi. Anlatacak bir sürü şeyim varken susmak zorunda bırakıldım. Çünkü ben sorduğum hiçbir şeye cevap alamadım. Ben ona ne mutluluğumu ne mutsuzluğunu anlatabildim. Ben, beni önemsemeyen bir kadını sevdim. Ben ustasıyımdır beklemelerin. Sabretmelerin. Ama sanma ki safım. Ne her şeye inanırım nede her şeyi sineye çekerim. Yalnızlıktan öleceğimi de bilsem, güvenimi kaybetmiş, herkesten soğur anında çeker giderim. Ne kimseye yük olurum ne de hiç kimseyi kendime yük ederim. Ben yalnızca şu yüreğimin ekmeğini yerim. Hiç kimse gerçekten sevildiğine, seçileceğine inanmıyor. Sahteliğin tüm zamanların rekorunu kırdığı bir devir.     

                                                          🍷🍷🍷

Sabahın ilk ışıklarıyla gözlerini açtı otel odasında Halid Can. Güneş henüz daha yeni doğmuş, ortalık daha tam aydınlanmamıştı. Üzerine rastgele bir şeyler giydikten sonra bulunduğu odasından çıktı. Banyoda elini yüzünü yıkadıktan sonra hava almak için daireden dışarıya adımını attı. Aslında aşağı lobiye inip bir şeyler içmek istemişti ilk başta. Ama sonradan vazgeçip teras kata çıktı. Güneşin yeni doğmuş hâlini izledi kısa bir süre. Ardından tekrar odasına indi. Uykusu vardı ama uyuyamıyordu. Galiba ilk günden sıkılıyordu burada. Sıkılmayı sevmez, ne olursa olsun kendine illa bir uğraş bulurdu. Aslında gezmeyi çok seven biriydi Halid Can. Lakin aklı ve kalbi başka bir yerde olunca ister istemez bedeni rahat olamıyordu sarayda bile olsa. Aklı hep meşguldü. Bir an evvel gidip kitabı teslim etmesi gerekiyordu sahibine. Ama nasıl, nasıl gidecekti? Gitse bile onu nereden bulup emaneti yani kitabı verecekti ona? Bulsa bile nasıl verecekti? Ne diyecekti? Yanlışlıkla aldığını diyemezdi. Ne diyecekti o zaman? Kafede bulduğunu falan diyemezdi. Ki zaten kafe de ki garson kız çoktan anlatmıştır diye düşünüyordu. Geveze bir tipe benziyordu zaten. Tüm bunları düşünürken kafa dağıtmak ya da kafa toplamak için odanın içinde biraz durup biraz dolaştıktan sonra tekrar çıktı dışarıya daireden. Vakit biraz daha ilerlemiş, etraftaki insanlar tek tük de olsa ortalıkta gezinmeye başlamışlardı. Halid Can tam aşağı inerken yan dairede ki birisi de çıktı dairesinden. Gülümsedi Halid Can’a.  Halid Can, bu saatte aşağı inen tek ve ilk kişi olmadığı için içten içe sevindi. Merdivenlerden inerken bir ses işitti. "Asansörden neden inmiyorsun?" dedi yan daireden çıkan kız. "Merdivenlerden inmeyi daha çok seviyorum" dedi Halid Can. "Yoksa asansöre binmekten korkuyor musun ya da kapalı alan fobin falan mı var?" Dedi. "Hayır, ikisi de yok. Sadece canım nasıl yaşamamı isterse öyle hareket ediyorum ve canım çoğu zaman merdivenlerden inmemi istiyor." Dedi. Ve devam etti "Anladın mı?"  Kız şaşırmıştı. "Bende o zaman merdivenlerden ineyim. Benimde canım seninle birlikte inmek ve seninle tanışmak istiyor. Özgür ruhlu adam." Dedi. Halid Can, eliyle yolu gösterip devam etti. Arkasından gelen kız "Tanışmayacak mıyız?" Dedi.  Halid Can pek kimseyle uğraşmak istemiyordu aslında. Aşağı inip, iki kahve içip kendine gelmek istemiyordu. İstemeyerek de olsa "olur, tanışalım." dedi. Kız hemen elini uzatıp "Ben Eda." dedi gülümseyerek. Halid Can’da aynı şekilde uzatılan eli tutup yapmacık bir tebessümle "Memnun oldum Edacım. Bende Halid Can." dedi. Eda hemen heyecanla sordu "Aaa çok güzel bir ismin varmış gerçekten, anlamı ne?" diye sordu merakla. Halid Can bir an bu kızın hiç susmayacağını düşündü ve cevap verdi aşığı inerken: "Öncelikle teşekkür ederim. İsmimin anlamı; sonsuzluk, ebedîlik." dedi. "Çok güzel anlamlı varmış, benimkinin elde tutulur bir anlamı yok" dedi .Halid Can anlamını sormadı. Konuşmayı bir an önce kesmek istiyordu. Zaten aşağı ya yani yemekhaneye de gelmişlerdi. Eda’nın aklında ne kadar Halid Can’la oturup baş başa birlikte kahvaltı edip sohbet etmek varsa da bu pek öyle olmadı. İçeri girerken "Birlikte kahvaltı edelim mi?" diye sordu Eda. "Benim pek iştahım yok kahvaltı etmeyeceğim. Sana afiyet olsun." dedi. Eda biraz bozulsa da yapacak bir şey yoktu. Halid Can, açık büfeden sadece büyük bardaktan dibek kahvesi alıp dışarıya, herhangi bir ağacın altına oturdu.  Yanında getirdiği sırt çantasından büyük resim defterini, çeşitli kalem ve boyalarını çıkartıp bulunduğu yerdeki deniz manzarasının resmini çizmeye başladı. Halid Can, kâğıt ve kalemle ilgini olan her şeye ilgi duyardı. Resim çizmek, hat yazısı yazmak, şiir yazmak, söz, kitap okumak ve yazmak gibi şeyleri sever ve ilgi duyardı içtenlikle. Özellikle kitap okurken ve resim çizerken zamanın nasıl su gibi akıp gittiğini anlamazdı, şu an olduğu gibi. Resmini tamamlayıp sanatın dan başını kaldırdığında ortalık hareketlenmeye başlamıştı çoktan. İleride Annesi ile babasının kahvaltı yaptıklarını gördü. Hemen eşyalarını toparlayıp onların yanına gitti, boyalı ellerini yıkadıktan sonra. Ailecek kahvaltı yapıyorlardı. O esnada biri yaklaştı masaya."Ooo hoşgeldiniz Bünyamin." dedi gelen adam. "Hoş bulduk, hoş bulduk. Bizde kahvaltı yazıyorduk gel beraber olsun müdürüm" dedi Halid Can’ın babası. "Estağfurullah Bünyamin abi. Sen varken bizim müdürlüğümüz söz konusu bile olamaz" deyip birbirine sevgi sözcüklerinde bulundular iki koca adam. Bünyamin Halid Can’ın babasıydı. Masaya gelen adam da o otelin sahibiydi. Bünyamin ile hem meslektaş hem de aynı devreydiler askerlikte. Birbirlerine çoğu zaman 'naber devrem, nasılsın devrem.' gibi sözler söylerlerdi hâlâ. Müdür, Halid Can’ı işaret ederek BÜnyamine’e "Bu genç adamla daha önce tanışmış mıydık?" dedi gülümseyerek. Halid Can daha küçükken evlerine misafirliğe gelmişlerdi. Fakat Halid Can, hatırlamıyordu çok küçük olduğu için. Tanışıp kaynaştılar. Halid Can’a Özel ilgi gösteriyordu müdür. Konu konuyu açmış, otelin müdürü ile tanışıp sohbete dalmıştı Halid Can. Müdür, ona oteli gezdirdi. Havuzu, fitnes salonunu, spor yerlerini, eğlence merkezini gezdirip tanıtıyordu. Halid Can’ın yapacağı şeyler artık belliydi. Kafasında bir plan program çizmişti. Zaten Halid Can nerede olursa olsun illa kendi düzenini hemen kurup ona göre hareket ederdi. Gelişi güzel sorumsuzca davranmazdı asla. Aklından geçenler kısaca şuydu: Sabah yavaş yavaş yapılan ısınma antrenmanın den sonra fitness salonuna gidip güne sporla başlayacaktı. Ardında duş alıp kahvaltıyı ailecek enstrüman eşliğinde, huzurluca yapacaktı. Sonra denize gidip biraz hava alacak, belki biraz resim çizecekti. Sonra odasına gelip hem dinlenecek hem de kendi kitabını okuyacaktı. Akşam yemeğinden sonra ise havuza girip yorulana kadar yüzecekti .Akşam odasına geldiğinde ise o yorgunlukla rahatça derim ve deliksiz uyku çekecekti. Tabi ki sabaha kadar. Böylece günlerini dolu geçirip gerçek bir tatil yapmış olacaktı. Ki zaten de öyle oldu. Fazlası oldu eksiği olmadı. Fazlalardan biri de gece yatmadan önce Kübra'nın kitabından bir bölüm okumak ve o bölümde ki sayfalara yazılar notları ezberlemişti. O notalar ve altı üstü çizili cümle ve paragraflarla o kızı tanımaya çalışıyordu sanki. Kübra'yı... Tanımak, anlamak, çözmek gerçekten çok zordu. Sıradan normal biri değildi. Onu ona çeken bir şey vardı. Kübra'yı Halid Can’a çeken bir bağ vardı. Ama neydi? Kendisi dâhi bilmiyordu, bulamıyordu, çözemiyordu. Korkuyoruz. Düşünmekten ve sevmekten korkuyoruz. Bir kızın sevdiği şarkıyı iyi dinleyin, çünkü orada tüm söylemeye korktuğum şeyler gizlidir. Seni üzmeye korkan birinin yüreğindeysen eğer, ait olduğun yerdesin demektir. Birinin sana kıyamaması dünyanın en iyi ayrıcalığı budur. Dünyanın en güzel şeyi, kendini açıklamak zorunda kalmayacak kadar seni iyi tanıyan, paldır küldür yargılamayıp neyi hangi niyetle yaptığını bilen biriyle vakit geçirmek. Sadece iki kişi seni anlar. Biri seninle aynı durum yaşamış olan. Diğeri seni çok sevmiş olan. Peki birinin bizi gerçekten sevdiğini nasıl anlayacağız? Sevginin iki alâmeti vardır. Seven sevdiğine itaat eder ve seven sevdiğine benzer. Aşk nedir? 47 yıllık eşini kaybeden teyzenin "şimdi ben derdimi anlatırken konuşmak zorunda kalacağım." demesidir. Sizdeki üç şeyi görebilen insanlara güvenin; gülüşünüzün ardındaki kederi, öfkenizin ardındaki sevgiyi, sessizliğin ardındaki nedeni. Hani diyor ya şair: “Seni görmek gibi bir kaygım var. Görsem sevgimden öleceğim, görmesem hasretimden.” Bir erkeğin merhametini sevin. “Yakışıklılık geçer gider. Para, mal, mülk tükenir ama merhamet kalıcıdır. Ve bir erkeğe en çok merhamet yakışır der.” Tomris Uyar. Şu son cümlesini hep söylerim. Merhameti küçümsemeyin. En kalıcı ve en büyük duygu budur.

İNTİHAR.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin