22 . Bölüm
Yalnızlık. Bu bölümde size sebeplerden, çözümlerden, önerilerden bahsetmeyeceğim. Söylemek istediğin bir şey var, kendini yalnız hisseden insanları çok iyi anlıyorum. Her ne kadar literatür olmasa da 'yalnız ruhlu insan olmak' diye bir şey var bence. Ve ben de bu insanlardan biriyim. Bu kitabın bu bölümü de tam olarak bununla ilgili. Kendini yalnız hisseden insanlarla ilgili. Çocukluğumdan beri çok arkadaşım olmamıştır. Açık konuşalım toplumda bu olumsuz bir durum olarak bilinir ama ben memnunum durumdan. Hem de yaşadığım tüm zorluklara rağmen. Bazen insanı yalnızlığa iten şey içindeki keşfetme duygusu paylaşacak biri bulamamak oluyor. Ya içindeki arzuyu, enerjiyi sindirip herkes gibi oluyorsun. Herkese alışıyorsun. Ya da hayallerinden ödün vermeden sonucu yalnızlık da olsa bildiğin gibi yürüyorsun. Bende öyle yapmıştım. Yalnızlığın iyi yanları da var, zor yanları da var. Geçmişe doğru baktığımda, zor yanlarını düşündüğümde örneğin aklıma şu geliyor, kurs yıllarındayken defalarca tiyatroya, sinemaya tek başıma gittim. Tek başına gittiğimde genellikle yanındaki koltuk boş kalırdı. Çünkü insanlar bana saygı göstermek isterlerdi. Yanıma birinin geleceğini düşünürler, onun için boş bırakırlardı. Ama kimse gelmeyecekti. Bu anlatılacak bir his değil. Bu başına gelmeyenin bilebileceği bir his değil. Ben bu hissi çok iyi biliyorum. "Kendinizi, kendinizle zaman geçirmeyi yalnızlık sanmayacağınız şekilde yetiştirin" Andrey Tarkovski. Ben kendi başıma öğrendim yalnızlığı. Her şeyi kendi başıma tecrübe ettim. Örneğin İstanbul'da okurken ailem Konya'da yaşıyordu. Kazandığım kursun aynı şubesi Konya'da da vardı. Ama ben İstanbul'a gittim. Neden diyecekseniz? Çünkü yalnızdım. Tam da burada bence yalnızlığın tanımını yapmalıyız. İlki yanında kimse yoktur. Bu bölümü bana yazdıran bir sebep var. Geçen gün boğazda bir bankta kulaklığımı takmış martıları izlerken yanıma birinin oturduğum fark ettim. Bir amca oturmuştu. Bir süre geçti sonra bana dönüp seslendi "Oğlum bir şey söyleyebilir miyim?" dedi. "Evet, tabi ki amca" dedim. Bana iki aydır sahilden geçen arabaların koruma seslerin azaldığını, bunun kendisini çok rahatlattığını, plağın da birkaç şarkının sesini bu sessizlikte daha iyi gelmeye başladığını söyledi. Film karakteri gibi bir şeydi amca. "Bunu sana neden anlattım evladım biliyor musun?" dedi. "Neden amcacığım" dedim. "Çünkü anlatacak başka kimsem yoktu" dedi. Yani insan anlatmak, paylaşmak istiyor. Çünkü insan soru sormak ister, fikir üretir, düşünür. Bir şeyler üretir insan. Sanırım yalnızlık dediğimiz şey bu. Anlatacak ve paylaşacak kimse bulamamak. Anlatacak, paylaşacak kimse yoksa 20 milyonluk şehir senin için sadece bir yığın olur. İkincisi kalabalığın içinde yalnızsındır. Yalnızlığın ikinci tanımı bence daha ağır, daha büyük bir imtihan. Çünkü bu insanlarla ilgili değil, bu anlamla ilgili. Bazen kalabalıkların içinde yalnız hissedersin. Yalnızlık, bazen tıka basa dolu bir otobüste, seyahat ederken okuduğun kitapta seni başka bir dünyaya götüren cümleyi kimseyle paylaşamamaktır. Yalnızlık, bazen aynı evde yaşadığın insanlara sarılamamaktır. Yalnızlığı en çok biriyle konuşma ihtiyacı duyduğunda yanında birileri olmasına rağmen, duvarlara boş kağıtlara, odanın tavanına derdini anlatanlar bilir. Senin gibi olmayan insanların arasında olmak, seni anlamayan insanlarla yaşamak zorunda kalmak, şehirde, koca şehir de bir sürü ev var ve evlerin içi insanlarla dolu ama aynı şekilde, aynı oranda o evlerin içi mutlulukla değil. Anlaşılmakla dolu değil. Sevgiyle dolu değil. Çünkü aynı dili bilmek, anlaşılabilmeye yetmiyor. Aynı dili konuşmak, aynı şeylerden konuşmaya yetmiyor. Bence sistem şöyle işliyor. Toplum bize her konuda neyi nasıl yapmamız gerektiğini söyler, onların dediğini yaparız. Ama bu bizi mutlu yapmaz. İşte keşfettiğim şey buydu. Toplum insanlara gerçeği anlatmıyordu. Toplum insanlara sadece düzeni anlatıyordu. Yalnızlık konusunda da durum aynı. Sanki toplum bir ebeveyn gibi hepimize de bir davranışı tembihlemiş 'bak sen yalnızsın ona göre davran, ona göre yürü, ona göre otur, ona göre yerlere git, kalabalıkların içinde kendini küçük hisset' sanki toplumu attıkları gölgeleştiriyor bizi. Soyutluyor hayattan. Tek başına bir kafeye gidip kahve içmek, tek başına sinemaya gitmek, tek başına tiyatroya gitmek, tek başına sahilde yürümek, düşünmek bunlar pek normal karşılanmaz toplumda. Yazılı olmayan ama net olarak herkesin oy birliğiyle aldığı kararlardır sanki bunlar. Yalnızlığın insanlara kötü gelmesini tabii ki anlıyorum. Bunun altında yatan sebepler var. Belki de birisi insanların sadece kalabalıkla ya da birileriyle yapılabileceğini düşündüğü etkinliklerden yalnız başına kaldıklarından geri kalacakların düşünmek. İnsanlar sadece yalnız oldukları için bazı şeylerin yapmamaya karar veriyorlar. Oysa yalnızken dışarı çıksalar ve bir şeyler yapsalar çok daha mutlu olacaklar. Neden tek başınıza bir mekâna gidip çay kahve içmedim ki? Neden kendimize vakit ayırmayalım ki? Neden tek başımıza bir müze gezmeyelim ki? Neden tek başımıza bir orman da yürüyüşe çıkmayalım ki? Sinemaya gitmeyelim ki? Tiyatroya gitmeyelim ki? Neden elinde bir kamera ile tek başına bir sergiyi gezemeyesin ki? Neden sahilde tek başına güneşin batışını izlemelisin ki? Bizi bundan alan şey ne? Yaşadığımız her anın keyfini yalnız olarak dar çıkaramıyor muyuz gerçekten? Eğer sosyal baskı bizi yalnız başımıza bu güzellikleri yapmaktan alıkoymuyorsa, birçok şeyi kaçırıyoruz demektir. Bir de açıkçası işin şöyle bir trajikomik yolu var; toplum baskısı yüzünden, biz yalnızlıktan kaçıyoruz. Belli bir zaman sonra yalnızlıktan yanında kaçtığımız insanlardan kaçmak zorunda kalıyoruz. Neden böyle oluyor biliyor musunuz? Çünkü biz toplum baskısı yüzünden, her gördüğümüz insanı dost sanıyoruz. Yani merak ediyorum toplum bize bu kadar yalnız kalma derken ve yalnızlığı öcü gibi gösterirken, insanlardan yediğimiz kazıkları, umutlarımızı kıranları hesaba katmıyor mu? Gerçekten çok merak ediyorum. Yani insanlar, 'yalnız yapamazsın bak yaşamın tadını çıkarman lazım' derken bize en çok dert verenlerin, yalnızlığımızı paylaşmaya çalıştığınız kişiler olduğunu bilmiyorlar mı? İnsanın en büyük yaralarını bugüne kadar yalnızlıktan kaçtığı yerler açmadı mı zaten? Tabi bulursun şunu söylemek gerekiyor. Doğru insanlarla doğru ilişkiler kurmak muhteşemdir. Ve bence bunu hiç kimse tartışamaz. Güzel bir insanla iletişim kurmak, insanın kalbinde, gönlünde çiçekler açtırır. Sabah güzel kalkmanın, gece güzel yatmanın sebebi bazen sadece bir insan olabiliyor. Buna katılıyorum. Ama merak ettiğim şey şu: Sosyal bir varlığız diye yalnızken mutsuz olmak zorunda mıyız? Şöyle bir teorim var benim. Bir insan yalnız kalmaktan hoşlanmayı öğrendikten sonra çok daha güçlü birine dönüşür. Çünkü biriyle güçlenmediği için, biri tarafından da yıkılmaz o insan. Sürekli başkalarını mutlu etmeye, onların güldürmeye, egolarını yatıştırmaya, güzel görünmeye çalışıyoruz. Sürekli birileri için yaşadığını düşünmek, sürekli onlara hazırlamaya çalışmak yani o kadar dönüğüz ki. Çoğumuz bazen kendi düşüncelerimiz ile temas etmeyi bile unutuyoruz. Başkaları için yaşıyoruz biz. Başkalarını mutlu etmeye çalışıyoruz. Peki sıra ne zaman bize gelecek? Yalnızlığın çok güçlü bir felsefe yönü var bence. Yani yalnızlaşmak ile derinleşmek arasında çok sıkı bir bağ var. Tarihteki filozofları bakın hepsi yalnız insanlar, hepsi toplumdan aykırı insanlar. Şu tuhaf gelmiyor mu size? Yıl olmuş 2022 ve binlerce yıl önce yaşamış filozofların hala sosyal mecralarda sözlerini paylaşıp duruyoruz. Neden peki? Çünkü biz öyle şeyler üretecek kadar yalnız kalamıyoruz ki. Bazen şöyle hissediyorum; insan farkına vardıkça yalnızlaşıyor. Anladıkça anlamayanlarla, anlaşamamaya başlıyorsun. Yalnızların arasından çıkmıştır çoğu sanatçı. Neden? Hiç düşündünüz mü? Çünkü keşfetmek yalnızlıkla ilgilidir. Yalnızlık, aşkla ilgilidir bence. Kutsal bir şeydir yalnızlık. Yaratan hiçbir Peygamberine insanların arasında seslenmemiştir. İnsan en önemli olana ve en derin olana hep yalnızken dalmıştır. Bütün öğretiler, bütün düşünce sistemleri hep yalnızken öğretilmiştir. Yalnızlığı sevmeyen özgürlüğünü de sevemez. Bence özgürlüğünü sevmek için gerçekten mutlu olduğun ve gerçekten istediğin bir hayat yaşamak için bu gerekli bir şey. Yalnızlığı sevmek gerekli bir şey. Çünkü tutsak yaşam, heba edilmiş bir yaşamdır. Keşfetmeyi, anlamayı, ama gerçeği anlamayı çok seviyorum. Bütün deneyimlerimde fark ettiğim şeylerden biri de hemen her şeyin dengedeyken gözleri olduğu. Dolayısıyla size yalnızlığın iyi mi kötü mü olduğunu söyleyemem ama kesin olarak, net olarak arkasında durabileceğim şey şu: yalnızlığınızdan lütfen utanmayın. Yapmak istediğiniz şeyler varsa, hayallerimiz varsa bunları kendiniz için yapın. Ön kabinlerin, hayallerinizin önüne geçmesine izin vermeyin. Hepimiz bir kez geliyoruz bu dünyaya. Nasıl istiyorsanız öyle yaşayın. Kimsenin hayatınıza, size müdahale etmesine izin vermeyin. Ve seviyorsanız eğer yalnızlığın keyfini çıkarın.
🍷🍷🍷
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İNTİHAR.
Genç Kız EdebiyatıProvası Yok hayatın. Ne yeniden yaşamak mümkün, Nede yaşadıklarını silebilmek...