25. bölüm
İnsanın bir duygu enkazında kalmasından daha vahimi nedir biliyor musunuz? Onu o enkazdan kurtaracak bir kişiyi dâhi inancın kalmamasıdır. Çünkü dünya ikinci bir taş devri ile karşı karşıya. İlkinde eşyalar taşlandı. Şimdikinde kalpler, bedenler, zihinler ve biz kaybeden acımız için bekler düşümüz için savaşır.
İki hafta sonra – Temmuz ayı
Her şey çok güzel ve bir o kadar da mutlu gidiyordu. Kübra ile Halid Can birbirlerini tanıyorlar ve tanıdıkça birbirlerine alışıyorlardı. Artık çok alışmış ve alıştıkça daha çok sevmişlerdi birbirlerini. Kübra, ananesinde olmadığı için evden dışarıya adımını dâhi atamıyordu. Tek yapabildiği fırsat buldukça gizli gizli sevdiği adamla konuşmaktı. Kübra yeni uyanmıştı. Yataktan yavaş yavaş doğruluktan sonra yatağın içinde ki telefonu gördü ve aklına geldi dün gece genç adamla mesajlaşırken uyuya kaldığı. Hemen telefonunu eline alıp mesaj yazmak istedi Can’a. Tam mesaj atacaktı ki sabahın erken olduğunu ve bu saatte mesaj atmanın abes olduğu düşündü. Ayrıca rahatsız etmek istemedi sevdiği adamı. Hem telefonun şarjı bitmek üzereydi. Telefonun şarjı dolsun zaten özür mesajı atacaktı uyuya kaldığı için. Yataktan sallandırdı bacaklarını, çok üşeniyordu. Ama son günlerde Kübra'ya bir yaşam enerjisi gelmişti. Halid Can ona çok iyi geliyordu. Her ne kadar Kübra'nın en yakın arkadaşlarından olan Fatoş buna pek inanmasa da iyi geliyordu. Fatoş, Kübra'ya hep "Bu adam seni gerçekten sevmiyor" gibi şeyler söylerdi. Oysa hiç görmediği, hiç bilmediği biri hakkında atıp tutmak ne kadar doğruydu? Yine Kübra'nın en yakın arkadaşı Erva ise Fatoş'un aksine her konuda aralarını daha da pekiştirmeye çalışıyordu. Fatoş kısa boylu minik, şirin ve çok hızlı konuşan kızlardandı. Kübra çok severdi biricik ve minicik dostunu. Erva daha çok cici kızlardan değil de semt kızlarındandı. Bunun sebebi ise üç tane abisi olmasıydı. Zaten dört kardeşlerdi. Biraz erkek gibi büyümüş olsa da çok naif bir yüreği ve sadakati vardı. Okulda kötü çocuk denildiğinde parmakla gösterilen biriydi ama özünde iyi biriydi Erva. Kübra'nın en yakın arkadaşı hatta kardeşiydi. Halid Can ile Kübra arasında çıkan en ufak bir yanlış anlaşılma da olayı düzlüğe çıkartırdı ve kardeşinin yani Kübra'nın mutluluğu için saçını süpürge yapardı. Kübra'nın da şöyle bir kötü huyu vardı. Kendisine yapılan ister büyük ister küçük iyilikler ya da fedakarlıklara vefa göstermiyordu. Sanki karşı taraf ona o iyiliği zaten yapmak zorundaymış gibi görüyor ve öyle hissettiriyordu maalesef. İster en iyi arkadaşı, dostu, sevdiği olsun tartışma yaşarken çok gaddar ve düşüncesiz olup karşı taraftaki sevdiğinin kalbini paramparça yapıp ve sonrasında hatasının farkına varsa da özür dileyip gönlünü almazdı sevdiğinin. Böyle olduğu için pek arkadaşı yoktu. Bu kötü ve değişmeyen, daha doğrusu değiştirmek istemeyen Kübra'nın bu ve bunun gibi kötü huylarını biliyordu Can. Sevdiği kadını olduğu gibi kusurlarıyla kabul edip öyle sevmişti.
Kübra uykusuzluktan acıyan gözlerini yıkayıp tekrar odasına geldiğinde şarjda ki telefonuna bakmak ve hem günaydın mesajı hem de dün gece uyuyakaldığı için özür mesajı atacaktı. Telefonu eline aldığında fark etmişti ki bir bildirim vardı. Halid Can’dan. Gerçi sevdiği adama 'Muhammed' demeyi daha çok sever ve daha çok kullanırdı bu ismi Kübra, onun için. Gelen mesajda şunlar yazılmıştı: "Günaydın güzelim, şu an sana çok gelmek istedim. Çünkü herkesin metrekarelik alanına sahip olduğu kalbimde, senin ülken vardı. Sana gelmek istedim Deniz kızı. Güneş'in dünyaya doğduğu gibi sen de benim üzerime doğ ama güneşin batıp gittiği gibi yok olup gitme. Isıt beni, sarıl bana. Sabah olsa da akşam olsa da..." Kübra'nın yüzünde bir tebessüm belirmişti. 'Bu çocuk hep mi böyle?' diye düşünmeden edemiyordu. Ne olursa olsun kendisini her zaman mutlu etmeyi başarıyordu. İster üzgünken ister kızgınken ister kötü hissettiğine nasıl olduğunu anlamadan mutlu ediyordu onu genç adam. Her zaman... Birini mutlu etmek dünyadaki en güzel şeydi belki de. Hem de karşılık beklemeden, içinden gelerek. Zaten şu dünyada içinden gelerek yaptığımız her şey çok güzel gelir bize. Çünkü o şeyi yapmayı istiyoruz. Çünkü o şey içimizden geliyor. Sevmekte öyledir, mutlu etmekte. Sevgi, evrenin kilidinin yegâne anahtarı, tüm var oluşmuş sebebi, biriktirilmesi zor, bitirilmesi kolay olan, bir insanı sardığında değişimine sebep olan sırdır. Mevlâna der ki: "Sevdiğinin nazını değil, kahrını çekmektir sevda. Onunla bir ömür değil, onun için bir ömürdür sevda. Eline el değmesini değil, gölgesine gölge değmesini kıskanmaktır sevda. Yürürken dikenli yollardan darağacına, son dileğinde onu görebilmeyi istemektir sevda...” Hani Oğuz Atay diyor ya: “
-Efendim vazgeçmek sevdaya dahil midir?
-Değildir Olric.
-Neden efendim
-Vazgeçmek yerine oturup konuşmayı deneseydi böyle olmazdı Olric.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İNTİHAR.
ChickLitProvası Yok hayatın. Ne yeniden yaşamak mümkün, Nede yaşadıklarını silebilmek...