40. Bölüm
Seni sevdim, seni birdenbire değil usul usul sevdim
"Uyandım bir sabah" gibi değil, öyle değil
Nasıl yürür özsu dal uçlarına
Ve günışığı sislerden düşsel ovalara
Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız sizi yanlış tanıdı.
Bitmeyen işler yüzünden (Siz böyle olsun istemezdiniz)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı.
Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek...
Yılların telâşlarda bu kadar çabuk geçeceği aklınıza gelmezdi.
Gizli bahçenizde açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız.
Therandalon vermeye az buldunuz yahut vaktiniz olmadı.🍷🍷🍷
Aynı şarkıları, aynı anda ama farklı şehirlerde ve farklı kıtalarda dinledikleri zamanlardan biriydi. Yine ikisi de birbirini yanlarında hissedip mutlu oluyorlardı. Zaten her şey hissedince güzel oluyordu öyle değil mi? İnsanı insan yapan acıyı ya da huzuru hissetmesiydi. Hissizleşen biri ne dünyadan bir tat alabilirdi ne de kötü duygulardan bir acı duyabilirdi. Çünkü hissizleşmek bir nevi ölmek gibi bir şeydi. Hissizleşmek ölmekse, hissettirmek, hissizi yaşatmak, ona yaşam sevincini vermek oluyordu değil mi? Hissizleşmek ölmekse, hissizleştiren katil oluyordu değil mi? Demek ki bir insan bir insanı yaşarken hem yaşayabilir hem de öldürebilirdi. Sevmek, güvenmek, saygı duymak, anlamak, hissettirmek ve hissetmek… Bunların her biri ilişkiyi ayakta tutan kolon, her biri birer temeldir. Temel ya da kolon eksik olursa o bina çöker ve enkaz altında siz olursunuz. Temelleri ne kadar sağlam atarsanız o kadar üzerine sevgi ekleyebilirsiniz. Sadece sizin yapmanız da bir şey ifade etmez. Karşı tarafında sizin gibi sımsıkı kenetlenmesi gerekir bu temellere. Eğer tek taraflı olursa bu dediklerim enkazın altında siz kalırsınız. Sevilmeden sevmeyin! Yoksa yıkılırsınız. Aşkta böyle midir? İnan sevmek ile âşık olmak çok fark ediyor. Sevgi insanı yaşatır. Aşk ise insanı öldürür. Sevince kavuşursun ama âşık olunca tüm dünya ve dünyalar kadar engel çıkar karşına. Mecnun Leyla'sına aşıktı, kavuşabildi mi? Leyla ve Kays (Mecnun'un asıl adı) ilkokul yıllarında birbirlerine aşık olmuşlardır. Kısa zamanda her yere yayılan bu aşkı duyan annesi Leyla'yı okuldan alır ve Kays'la görüşmesini yasaklar. Ayrılık ıstırabıyla mahvolan Kays, halk arasında Mecnun diye anılmaya başlar. Bu sevda yüzünden çöllere düşen Mecnun'a birçok kişi Leyla'yı unutmasını söyler ancak onun için kâinat artık Leyla'dan ibarettir ve hiçbir şekilde bu aşktan vazgeçmez. Hatta babası onu bu dertten kurtulmak üzere Allah'a yakarması için Kâbe'ye götürür ama o tam tersine derdinin artması için dua eder. Hem Leyla'nın hem Mecnun'un halleri gittikçe perişan bir hâl almaktadır. Başkasıyla nikahlandırılan Leyla, kocasından kendisini uzak tutmak için bir hikâye uydurur ve bir süre sonra adam ölür. Bu sırada Mecnun çöldedir ve aşkın bin bir tülü cefasıyla yoğrulmaktadır, dünyayla bütün bağlantısı kesilir ve sadece ruhuyla yaşar hale gelir. Leyla'nın vücudu da dahil olmak üzere bütün maddi varlıklarla ilişkisi bitmiştir. Bir gün Leyla çölde onu bulur ama Mecnun onu tanımaz ve "Leyla benim içimdedir, sen kimsin?" der. Onun eriştiği mertebeyi anlayan Leyla gider ve bir süre sonra ölür. Onun ardından da Mecnun hayata veda eder, böylece ruhları hakiki kavuşmayı yaşar.
Ferhat Şirin'e âşıktı, kavuşabildi mi? Ferhat, nakkaşlık yapan, Şirin’e sevdalı yiğit bir delikanlıdır. Saraylar süsler, fırçasından dökülen zarafetin Şirin’e olan duygularının ifadesi olduğu söylenir. Amasya Sultanı Mehmene Banu’ya, kız kardeşi Şirin için, dünürcü gönderir Ferhat. Sultan, Şirin’i vermek istemediği için olmayacak bir iş ister delikanlıdan. “ Şehre suyu getir, Şirin'i vereyim” der demesine de su, Şahin kayası denen uzak mı uzak bir yerdedir. Ferhat'ın gönlündeki Şirin aşkı bu zorluğu dinler mi? Alır külüngü eline, vurur kayaların böğrüne böğrüne. Kayalar yarılır, yol verir suya. Zaman geçtikçe açılan kayalardan gelen suyun sesi işitilir sanki şehirde. Mehmene Banu, bakar ki kız kardeşi elden gidecek, sinsice planlar kurarak bir cadı buldurur, yollar Ferhat’a. Su kanallarını takip edip, külüngün sesini dinleyerek Ferhat’a ulaşır. Ferhat’ın dağları delen külüngünün sesi cadıyı korkutur korkutmasına da acı acı güler sonra da. “Ne vurursan kayalara böyle hırsla, Şirin'in öldü. Bak sana helvasını getirdim” der. Ferhat bu sözlerle beyninden vurulmuşa döner. “Şirin yoksa dünyada yaşamak bana haramdır” der. Elindeki külüngü fırlatır havaya, külü gelir başının üzerine bütün ağırlığıyla oturur. Ferhat'ın başı döner, dünyası yıkılmıştır zaten “Şirin !” seslenişleri yankılanır kayalarda. Ferhat'ın öldüğünü duyan Şirin, koşar kayalıklara bakar ki Ferhat cansız yatıyor. Atar kendini kayalıklardan aşağıya. Cansız vücudu uzanır Ferhat'ın yanına. Su gelmiştir, akar bütün coşkusuyla, ama iki seven genç yoktur artık bu dünyada. İkisini de gömerler yan yana. Her mevsim iki mezarda da birer gül bitermiş, sevenlerin anısına, ama iki mezar arasında bir de kara çalı çıkarmış. İki sevgiliyi, iki gülü ayırmak için.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İNTİHAR.
ChickLitProvası Yok hayatın. Ne yeniden yaşamak mümkün, Nede yaşadıklarını silebilmek...