21. bölüm
Gemiler etrafındaki okyanuslar yüzünden batmazlar. Onları batıran şey, içlerine sazan sudur. Sana tavsiyem çevredeki yaşananların ve insanların ruhuna sızmasına ve seni daha da tipe çekmesine asla izin verme. Çok yıpranacaksın. Yolculukta isen bazen boyundan büyük dalgalar, bazen fırtınalar seni çok zorlayacak. Zorluklarla karşılaşacaksın ama o gemi bir şekilde limana yanaşacak, yanaştıracaksın. Sana ağırlık yapan, seni dibe çekmeye çalışan, kötülüğünü düşünen, senin enerjini alan, sana iyi gelmeyen her şeyi herkesi görmezden gel. Onlarla ne bu yol biter ne de bu hayat geçer. Sen önüne bak başaracaksın.
Halid Can İstanbul'a geleli bir hafta olmuştu. Anca fırsatı olmuştu o kafeye gitmek için. Nihayet sabahın erken saatlerinde evden çıkıp gitmişti. Yine aynı yere, ikinci katın ikinci bölmesin de ki o köşede ki masaya, Kübra'nın oturduğu o masaya oturmuştu. Zaman geçti, saatler akıp gitti ama ne gelen ne giden vardı. Halid Can tüm gün onu orada beklerken, son kez elindeki Kübra'nın kitabını açıp okumak istedi, “Yeter ki beni sevsin diye elimden geleni yaptım. Duruşumu değiştirdim. Evimi, belki de her şeyimi değiştirdim. Peki ne için? Yeter ki beni sevsin diye... Peki ne oldu? Ne yaparsam yapayım beni sevmedi. Beni gerçekten sevmesini çok isterdim. Hayatımda gördüğüm en güzel gülümsemenin beni sevmesini... Yani şöyle düşünün, güneş var ama ısıtmıyor. Işık var ama körsün. Biri konuşuyor ama duymuyor gibisin. Ben hiç sesini duymadım. Seni seviyorum deyişini hiç duymadım. Duymak çok isterdim. Hani sevgilin elleriyle yüzünü avuçlarına alır, içinden gelerek ‘seni seviyorum’ der ya o bende hiç olmadı. Hep bir yarım kaldık, hep bir buruk, hep bir stres... Bir türlü dize çıkamadık. Çıkmayı çok isterdim. "Gel, elimi tut hayallerim var benim. Gel, beraber ortak ol hayallerime sana ömrümü vermeye hazırım" dedim. Ben hazırdım ama o değildi. O hazır olmayınca da ben bir türlü çıkamadım hayallerime.” Birden ayak sesleri duydu Halid Can. Normalde kitap okurken kimseyi duymazdı ama bu sefer beklediği biri vardı. Bu seferki beklediği, vurulduğu biriydi. Bu seferki beklediği, gözlerine baktıkça okyanusun diplerini gördüğüydü. Bu seferki beklediği, sesinde kaybolduğuydu. Bu seferki beklediği, melek yüzlü biriydi. Ayak sesleri yaklaştıkça Halid Can’ın başı ve dünyası dönmeye başladı. İçeriye birisi girdi. Gelen oydu. Evet, gelen oydu. Halid Can’ın masasına oturdu. Aslında Halid Can onun masasına oturmuştu. Şimdi karşı karşıyaydılar. Şimdi baş başaydılar. Halid Can, kendi kalp sesini duyuyordu. Dili tutulmuş, konuşamıyordu. Başını kaldırıp bakamıyordu sevdiğine.
Kübra’nın morali bozuktu.10 gündür gelemiyordu buraya ve en son geldiğin de kitabını burada unutmuştu. Hem de çok sevdiği kitabı... Kayıp ve unutulan eşyalar bölümüne bakmış ama bulamamıştı. O kitap, o notlar, o altı çizili cümle ve paragraflar onun için çok önemli ve değerliydi. O kitap Kübra'nın sırdaşıydı. Kübra sağ sola bakıyordu kitabı burada mı düşürdüm diye. O sıra bir ses duydu "bir sorun mu var?” Kübra Halid Can’a baktığın da onu hatırladı. En son geldiğin de bu genç adam da vardı kafede. "Evet, büyük bir sorun var," dedi Kübra. Kübra ahşap raflardaki kitapların arasına bakıyordu. Kitabım orda mı diye. O sıra Halid Can kitabı çıkartıp "bunu mu arıyorsun?" dedi. Kübra, Halid Can’ın elindeki 'Perestiş' kitabını görünce şok oldu. "Evet bu," dedi. Halid Can, kitabı onu uzattı. Kübra'nın elleri, tırnakları ne kadar da güzel gelmişti. Bakmak ile görmenin aynı şeyler olmadığını anlamıştı. Bakmak gözle olan bir şeydi. Ama görmek gönülle olan bir şeydi. "Teşekkür ederim," dedi Kübra. "Siz bunu nerden buldunuz?" Halid Can mahcuptu. Olan biteni anlattı, "O gün sen orda kitap okuyordun. Biz çıkmıştık. Ertesi gün tekrar geldim ben. Geldiğim garson kitabı bana verdi" dedi. "Size mi verdi!" diye sordu Kübra. Halid Can zaten doğru düzgün nefes alamazken, iş daha uzayacak gibiydi. "Sizi benim tanıdığım sanmış, o yüzden bana verdi" dedi. "Siz neden aldınız kitabı peki? Tanıdığım değilsin!" dedi Kübra. Halid Can ne diyecekti şimdi? Ona olan hislerini, ilk gördüğünden beri aklında olduğunu söylemezdi sanırım. "Kitabı ben size teslim etmek istedim. Hem de seni tekrar görmek için bahaneydi" dedi Halid Can. Kübra "ben ertesi gün gün kareyi arayıp baktırmıştım ama bana kitap yok demişlerdi" dedi. "Sabah erken saatlerde gelmiştim" dedi Halid Can. "Neden?" diye sordu Kübra. Halid cevap vermedi. Cevap vermeyince, Kübra bu sefer "Umarım içinde yazanları okumadınız" dedi. Halid Can özür dileyerek okuduğunu söyledi. Biraz sohbet ettiler, konuştular. Kitaplardan, yazarlardan, edebiyattan, hayattan, sevmekten ve sevgiden konuştular. İkisi de hiç böyle içtenlikle gülüp, içtenlikle mutlu olmamıştı. Bazı insanların yanında gidince konuşacak pek bir şey olmaz. O susar, sen susarsın. Ya da konuşurken her şeyi anlatamazsın. Kelimelerini seçerek kullanmaya çakşırsın. Olduğun dan farklı biri görünmeye çakşır iki tarafta. Resmi olur o konuşma. Ama biri gelir, onunla yeni tanıştırsın, o kadar rahat olursun ki o kadar samimi gelir ki. Karşı taraf olduğu gibi davranır, konuşur. Bu senin hoşuna gider ve sende gerçek kimliğinle konuşursun. İstediğini rahatça, çekinmeden anlatır. Ortaya sevgi, samimiyet çıkar. Bir insanı yalan söyleyerek kazanmak yerine, doğru söyleyerek kaybetmeyi tercih ederim. Unutmayın dürüstlük size çok fazla arkadaş kazandırmaya bilir ama emin olun, insanlar kazandırır. Doğru arkadaşlar, sevgiler ve doğru kişiler kazanır. Halid Can ile Kübra da öyle ki içten, samimi ve sevgi dolu sohbetler ettiler ki zamanın ne kadar da su gibi geçip gittiğinin farkına varmadılar. Akşam olmak üzereydi. O sıra Kübra'nın telefonu çaldı. Arayan ananesiydi. Hemen gelmesini söylüyordu. "Akşama babamlar geçekmiş acele et" demişti. Mesele babası olunca hemen fırladı ve acele ecele çıktı kafeden. Halid Can ne olduğunu anlamamıştı. Kübra'nın arkasından girip neler olduğunu sordu. "Babam, ananemlere geliyormuş. Benim dışarda tel başıma olduğumu öğrenirse yaşatmaz!" dedi. "Niye, neden?" diye sordu Halid Can. "Babam böyle işte" dedi. "Arkadaşlarınla olduğunu söylersin o zaman da bir şey der mi?" dedi Halid Can. "Kafamı koparır, babamı tanımıyorsun. Evdeyken dışarı çıkamıyorum. Sadece ananemler de kaldığım zamanlar..." dedi Kübra. Ve devam etti "yani bir daha ne zaman gelirim buraya bilmiyorum. Gelince sen burada olur musun bilmiyorum." dedi. Halid Can’ın yüzünden düşenler bin parçaydı. Sevdiği kadının hayatı çok zor ve dayanılmazdı. Şimdi daha iyi anlıyordu o kitabı ve o kitaptaki yazılan notları. O sıra taksi geldi. " Umarım tekrar görüşürüz genç adam" dedi Kübra. Halid Can sıkıca sarılmak istedi ama daha yeni tanıştığı birine sarılmadı. İnsanlar ne kadar çok şey istiyor. Aslında az şey istiyorlar. İşin temeli sevilmek. Sen de sevilmek istiyorsun. Ama bazen de insan şey diyor, yani hiç değilse şu ana göre, insanlar istediğini alıp diyemiyor, istediğini alıp yiyemiyor, istediği yere gidip gezebiliyor. Bari istiyor ki biri beni sevsin, biri beni anlasın, bu kadar zorluk var birbirimizi anlayalım diyor. Ama o da olmuyor, olmuyor gibi... Oluyorsa söyleyin. Kübra gitti. Halid Can, arkadan baktı sadece taksinin gidişine. Tutunmaya çalıştığın bir şey boşluğa düşmüştür, boşluğa düşünce fark edersin. Bu zamana kadar öğrendiğim en önemli şeylerden biri de şudur: Ne yapmış olursan ol ne hissetmiş olursan ol, kimi sevmiş olursan ol daim arkasında dur. Ya korkularının belli arkasında dur. Göğsüne gere gere elini masaya vur. Gerekirse yok ortalığı. Çünkü bunlar seni sen yapan şeyler. Kendinin arkasında dur. Kendini incitme. Aniden doğru insanla karşılaşacaksın. Aniden eski sağlığına kavuşacaksın. Aniden kapalı kapılar senin için açılacak. Aniden yeni dostluklar kuracaksın. Aniden hedeflerine ulaşacaksın ve tüm duaların karşılığını bulacak. Ve kavuştum derken, aniden her şeyini kaybedeceksin. 'Her şeyim' dediğin kişi gidecek. Ve giderken öyle uzun uzun bakacak ki bir ömür asla yüzü gözünün önünden gitmeyecek. Sen sadece baka kalacaksın. Sen sadece Halid Can gibi arkadan baka kalacaksın. Sonra mı? Sonrası intihar…
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İNTİHAR.
ChickLitProvası Yok hayatın. Ne yeniden yaşamak mümkün, Nede yaşadıklarını silebilmek...