41. Bölüm
Ancak sen herhangi bir saatte gelirsen yüreğimi hangi saate hazırlayacağımı bilemem. Küçük Prens, Antoine de Saint-Exupéry: "Seninle ilgilenen biriyle birlikte ol. Komik ya da sevimli olduğunu düşünen birini kastetmiyorum, seninle ilgili her önemsiz ayrıntıyı bilmek isteyen birini kastediyorum. Yazdığın her kelimeyi okumak isteyen biri, önemsiz dahi olsa içinde sen varsın diye merak duyan biriyle ol.”
🍷🍷🍷
Gece yarısına kadar hasret gideren çiftin ayrılık vakti gelmişti. Kim bilir bir daha ne zaman yan yana geleceklerdi. Her ayrılışta ikisinin de gözleri dolar ve her defasında genç adam hüzünlü sesi ile "gitmesen olmaz mı?" Derdi. Yine öyle gecelerden biri yaşanmış ve iki insan ama tek olan vücut ayrılmıştı. Seher vaktinde yola düşen genç adam arabanın radyosundan rastgele bir şarkı açmış, hızla İstanbul'a dönüyordu.
“Yağmur yağsın
Rüzgâr çıksın
Kuşlar sussun
Ama sen gitme” diyordu Suzan. Bir yanı dün sevdiği kadınla özlem giderdiği için mutlu olurken bir yani da onun yanında ayrıldığı için hüzün doluyordu. Hatta arabayı kullanırken bile onunla konuştuğu kelimeleri teker teker aklından geçirip, istemsizce yüzünde gülücükler açıyordu. Sevmek böyle bir şeydi işte. Hayal kurarken bile onun hoşuna gitmeye çalışmaktı. İstanbul'a vardığında kendini daha yalnız hissediyordu genç adam. Sanki on altı milyonluk şehir bomboş kalmıştı. Evinden atılıp sokağa düşen garibanlar gibi hissediyordu kendini. Tek kişilik miydi ki bu şehir? Sen gidince bomboş kaldı. Kim bilir kaç kişiye ayrı şehirlerde, aynı evin içindekilerden daha yakın. Kim bilir kaç kişi sevdiğinden kilometrelerce uzakta ama herkesten daha yakın. Kim bilir kaç kişi aynı gökyüzünün altına olduğu için yan yana olanlardan daha mutlu. Kim bilir kaç kişi ayrı yataklarda, birbirine sarılarak uyuyor. Kim bilir hangi şair biliyor asıl şiiri. Kim bilir hangi şiir şairinin kıymetini biliyor, ya da farkında. Kim bilir...🍷🍷🍷
(Bir hafta sonra)
Yine bir pazar akşamı bizim çocuklarla evin balkonunda çekirdek kola yapıyorduk. Saat geç olduğu için Umut sevgilisini evine bırakmaya gitmişti. Bizde Taner'le baş başa kalmıştık. Taner bardağına kola doldururken, bende bir dikişte bardağımdaki kalan kolayı içip önüne uzattım ve "şuna da doldursana Taner" deyip derin bir iç çektim. "Ne oldu kardeşim yine canını ne sıkıyor?" Dedi. Her zaman anlardı zaten. "Yok bir şey Taner" dedim. Ama öyle kolay kurtulmak ne mümkündü. Samsunlu değil mi işte.
"Ya oğlum kardeşinden mi saklıyorsun"
"Bir şey falan sakladığım yok Taner"
"O zaman dökül bakalım" dedi. Sigaramı yakıp bir dal da ona uzattıktan sonra
"neredeyse on gündür haber alamıyorum" dedim ve bir duman daha çekip devam ettim
"böyle olunca da yani hiçbir haber alamayınca da kafayı yiyecek gibi olurum. Acaba ne oldu, iyi mi, hastalandı mı? Kafamda ister istemez bir ton senaryo oluşuyor" dedim.
"Kızın arkadaşlarına sor" dedi, Taner.
"Sordum kardeşim. Sordum da onlar da bilmiyor. Yani en son eve gitmiş başka da bir şey yok" içim içime sığmıyordu.
"Yine o babası bir şey yapmış olmasın?" Dedi Taner. Sinirle ayağa kaldım
"Eğer onun saçının teline zarar verirse acımam dağıtırım beynini!"
"Lan oğlum dur bir sakin ol! Daha ne olup bittiğini bilmiyoruz. Önce öğrenelim sonra gerekeni yaparız" dedi. Biten izmaritimi balkondan aşağı attım ve içeri geçtim. İçeri geçtim ama ev bana dar gelmeye başladı. Yıllardır yaşadığım evime şimdi sığamıyordum. Çıktım dışarıya ve Eyüp Sultan sahiline yürüdüm. Deniz kenarına oturup ayaklarımı denize saklandırdım ve denize sordum, Denizkızını. Ama denizden de bir cevap gelmedi. Tam o sırada Şeyma’dan mesaj geldi. "Gerçekten sizi tebrik ediyorum"
"Ne oldu Şeyma, Kübra’dan bir haber mi var?"
"Var var da senin daha iyi bilmen gerekmez mi enişte?"
"Ne diyorsun? Doğru düzgün anlatsana"
"Diyorum ki iki gün sabredip yazmasaydın sevgiline. Ben zaten haber alınca sana söyleyecektim. Şimdi daha mı iyi oldu?"
"Ne diyorsun sen Şeyma? Ne yazması, ben Kübra'ya evde -babası var- diye mesaj bile atmadım"
"Ne! O zaman kim o mesaj atan? Dur bir dakika ben geleceğim"
"Ne oluyor!" Kafayı yemek üzereydim. Neler oluyordu. Ne mesajıydı? Günlerdir haber alamadığım denizkızından saçma sapan haberler söylüyordu Şeyma. Kulaklığımı takıp sahil boyu yürürken bir bildirim geldi Şeyma'dan.
"Onur!"
"Ne Onur mu?"
"Evet, Onur!"
"Adam akıllı anlatsana kızım ya. Ağzından cımbızla laf alıyorum resmen. Onur kim? Kübra nerde? Nasıl? Kafayı yemek üzereyim burada!"
"Kübra yakalanmış babasına. Onur mesaj atmış, Bilal amca da o mesajı görmüş. O yüzden okula falan hiçbir yere yollamıyormuş. Telefonunu da almış vermiyormuş"
"Ne diyorsun sen Şeyma! Ne dediğinin farkında mısın? Bak eğer bu şakaysa sonucu kötü olur. Onur kim? Allah'ım delireceğim"
"Onur, şu İzmir'deki çocuk!"
"Ne!"
"Üzgünüm enişte"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İNTİHAR.
ChickLitProvası Yok hayatın. Ne yeniden yaşamak mümkün, Nede yaşadıklarını silebilmek...