30. bölüm
“Aşkın matematiği farklıdır Lavinia. İkiden bir çıkınca sıfır kalır.”
Erva sürekli bana 'enişte' derdi. Ben pek sevmezdim. Çünkü aklıma göbekli enişteler gelirdi. Oysa ben İnci belliydim yani enişte olacak bir tip değildim. 'Bir daha bana enişte deme!' diye kızardım zaman zaman ama hemen kendini savunmaya geçerdi cadaloz kız. Tek sevdiğim huyu bizi sürekli barıştırmasaydı.
🍷🍷🍷
Yeniden başlayabilmek lazım. Yeniden sevmek. Sevgi ölmez, bitmez de. Gerçekten seven zaten gitmez. Arkamda çok şey bıraktım ben. Tüm kırgınlıklarım ve pişmanlığım geride kaldı. Kırılmıştım, kırılmışlığımla birlikte sessizliğe itilmiştim. Nefret bile edemiyorum. Bazı insanları o duygudan bile mahrum bırakıyorum. Nefretimi bile hak etmediler. Kıranlara karşı herhangi bir duygu bile beslemiyorum. Dedim ya kırmışlardı. Hissizleşiyor gibiydim. Hissizleştim ve öyle kaldı. Nefretimi bile hak etmediler. Papatyaları ne kadar sevdiniz? Ben dalından daha çok severdim.-ben deniz kızını annesi gibi severdim-Mesela solmaz da hemen. Kıyamazdım öyle koparmaya. 'Ya canı acırsa' derdim. Koparamazdım.-Ben deniz kızına kıyamazdım.-Her yaprağına dokunuşumda hissettiğim o duyguyu, sadece sevdiklerine kıyamayanlar anlar. 'Papatyaları seviyorum,' dediniz. Ama kopardınız dalından soldurdunuz hemen. Bizi de sevdiklerini söyleyip gittiler zaten. Neden? Kıymayın artık! Sizden gidenlerin uğruna papatyalara zarar vermekten. Papatyaların sevin artık!
🍷🍷🍷Ervayı bıraktıktan bir birkaç sokak sonra, caddeye hızlı inerken yolun sakin ve boş olduğunu görünce gaza daha fazla bastım. Bomboş caddede süratle giderken aniden sağ taraftan bir motosiklet fırladı. O hızla her ne kadar ferinden bassam da duramayıp motora çarptım ve motordaki şoför motordan düşürüp biraz yuvarlandı. Ben hemen hızlı el frenini çekip arabadan indim, hızla yanına gittiğimde yerde yatıyordu. Kafasındaki kasktan çıkan saçları görünce hem cinsim olmadığını anladım ve nabız kontrolü yapmak için kaskı çıkardığımda gördüğüm yüzle ve şoke oldum. "Eda!" dedi dilim aklımdan bağımsızca. Evet, yerde bayılınca yatan oydu, Eda. Yavaşça vücudunu kollarıma sarıp kaldırdım, kızın başını yavaşça kaldırıp kendi dizime yasladım ve kapıyı diğer elimle açıp içeri yatırdım. Yaklaşık yirmi dakika sonra hastanedeydik. Yaraları sarılmış, serum takılmış ve kendine gelmişti. Onun bulunduğu odaya girdim yavaşça. Göz göze gelince gülümsedi bana. Gözlerimi çekip sessizce köşedeki koltuğa bıraktım kendimi. Birkaç dakika sonra "özür dilerim" dedi, mahcup bir sesle. Kaşlarımı çattım ve "neden?" dedim, çatık bir sesle. "Kaza yüzünden. Benim yüzümden oldu" dedi. "Ziyanı yok. Sen nasıl oldun, sen de bir şey var mı?" "İyiyim, teşekkür ederim. Sen?" "Stabil" dedim. "Anladım" dedi kısık bir sesle. "Sigara içmeye çıkıyorum ben, iyi misin diye bakmaya gelmiştim. Motorundan sağlam olmasan da iyisin" dedim. Aniden gözleri çakmak gibi açılıp, "motorun, o nasıl, bir şey oldu mu? diye sordu korkuyla. "Bakıma gönderdim," kolumdaki saatime bakıp, "çocuklar birkaç saate getirirler, teslim ederler sana. Hem sen de o saate kadar taburcu olursun" dedim ve kapıya yöneldim. "Şey, teşekkür ederim" dedi. Arkama döndüm "Ne için" dedim. Saçını kaşıdı "Gölge için, onu tamir ettirdiğin için. Borcunu en kısa zamanda ödeyeceğim" dedi. -Eda'nın siyah motosikletinin adı gölgeydi- Omuz silktim ve "Ziyanı yok." dedim. Mızmız bir kız çocuğu gibi "hayır, Halid Can. Borcum borçtur ve en kısa zamanda ödeyeceğim" dedi, itiraz edercesine. "Peki o zaman. Borcunu bir daha kaza yapmayarak ödersin" dedim ve cevabını beklemeden odadan çıkıp, arkamdan çektim kapıyı.
Öğlen olmuştu. Bugün kaybedenler kulübünde buluşacaktık bizimkilerle. Hastaneye on beş dakikaydı. İçeri girdiğimde Zafer abi ile tokalaştık. "Hoş geldin Halid Can" "Hoş buldum Zafer abi" "Nerelerdeydin yeğenim özletiyorsun kendini. Artık buralara pek uğramaz oldun" dedi. "Biraz işlerim vardı onları hallettim be Zafer abi. Artık daha sık buralara uğrayacağım," dedim. Zafer abi; Kaybedenler Kulübü'nün sahibiydi. Burası gündüzleri kafe ve pastane, akşamları bardı. Biz de bizimkilerle ara sıra burada çalışıp harçlığımızı kazanıyorduk alın terimizle. Durumumuz iyiydi. Babamın otel zinciri, holdingleri vardı ama biz kendi alın terimizle kendi paramızı kazanmayı seviyorduk. Hem de bizim için bir hobi idi. Arka mutfağa girdiğinde Taner ile Umut garson önlüklerini giymiş birbirleri ile şakalaşıyorlardı. Beni görünce "Paşamız nasıllar? Aynı evde yaşıyoruz ama göremiyoruz" dediler. Yumruklarımızı çarpıştırırken, "Selam gençler" dedim. Hemen benim arkamdan gelen Sultan "Hoş geldin canım" diyerek gülümsedi. Hemen önlüğümü yiyip siparişleri almaya başlamıştım. Saatler geçip gidiyordum ama benim hep aklım benimkinde idi. Köşe masalar da oturan birisi elini kaldırdığında yanına gittim. "Buyurun ne alırdınız?" "Numaranızı alabilirim" dedi, gülümseyerek bir kız. "Bence o size ağır gelir. Ben size sert bir kahve yollayayım da biraz kendinize gelin" deyip arkamı döndüğümde kolumu tuttu Zafer abi. "Sorun mu var Halid Can?" dedi. Gülümsedim ve "ben varken hiç sorun olur mu Zafer abi?" dedim. "Ben onu kastetmedim yeğenim, geldiğinden beri yüzünde tarif edemeyeceğim bir tuhaflık var. Gözlerin bir şeyleri anlatıyor ama çözemiyorum" dedi. O kadar belli mi oluyordu içimdeki bitmek bilmeyen fırtınalar? Boğazım temizledim ve gözümü onun gözünden kaçırdım. Zafer abi beni dinlemek için tam karşımda dikilirken, zaman kazanmaya çalışıyordum ama bu pek mümkün olmayacaktı. Çünkü beni çok iyi tanırdı Zafer abi. Sol elimin baş parmağı ile burnumu kaşırken birinin el kaldırdığını gördüm ve hemen uzaklaştım Zafer abinin yanından. En azından şimdilik. Taner'i işaret ettim o ilgilendi siparişlerle. Ben de arka kapıdan çıktım dışarıya ve sırtıma duvara yaslayarak oturdum. Birkaç dakika gökyüzünü izledim. Çünkü deniz kızını özleyince göğe bakmama söylemişti. Ben de çok özlüyordum. Cebimden Zipponumla sigaramı çıkardıktan sonra gökyüzüne üfledim, ciğerime çektiğim dumanı. Ben gökyüzüne bakınca onun gökyüzü geliyordu gözlerimin önüne. Zaten benim gökyüzüm onun gökyüzüydü. Benim tek ve gerçek manzaram onun gözleriydi. Tumblr'a girdim ve göğe bakarak ama onu göremeyerek şu postu yazdım ve bir kez daha âşık olduğumu anladım. "Çok güzelsin ama bu yüzünle alakalı bir mevzu değil. Kurduğun ve yazdığın cümlelerle, ses tonunla veya saçının uzunluk ölçüsüyle alakalı. Ya da retinanın etrafındaki o koyu çemberle ve elmacık kemiklerinle. Ama kesinlikle yüzünle alakalı değil. Sen parça parça parça güzelsin. Bütünken diyecek kelime bulamıyor insan..." Hisler fazlasıyla nefessiz bırakıyordu. Hissettiklerimi birkaç satıra sığdırmam olanaksızdı. Bir çöle hayat veren su, suyu göremeyen çöle kuru toprak parçası gibi bakması gibiydi. Oysa içimizdekileri hisseden birinden hep mahrum kalmıştık. Beni anlayan birinin olması ve yarattığı heyecanın güzelliği tek vazgeçilmezimdi. Tıpkı ıssız bir çölü maviye boyayıp gökyüzüne ulaştırması gibi. Çölün imkansızlıklarla bilindiği gibi. Bir güç vardı içimde ve o güç umut ediyordu, pes etmiyordu. Sabrediyordu. Tüm hayallerimi gök yüzüne sığdırdığım günden bu yana umut etmeyi hiçbir zaman unutmuyordum. Çünkü tüm hayallerimi Gök yüzünde inşa etmiştim. Tavanıma yapıştırdığım bir dolunayım vardı. Uyumadan önce uzun uzun bakıp kapamadığım hayallerle dolu bir çöldeydim. Ben hayallerimi onun gök yüzüne sığdırmıştım. Benim avuntun; umutlarımdı, hayallerimdi. Benim umutlarım ve hayallerim Deniz kızıydı.
Bir şeyler yazmak için yaşadıklarımı düşünmeden yapamıyordum. Telaffuz edemiyorum, içinden çıkamıyordum. Telaffuz edilemeyen hisleri anlatamıyordum. Belki de hisler yazmak için değildi, yaşamak içindi. Farkına varmaktı. Kim bilir belki de en derin duyguyu yaşıyordum yazamadıklarımın arasında. Hep bir geçmişe dönüp iyi ki de yaşamışım derdim. Tüm benliğimle bana ortak de geçmişim. Hangi yolun denersem geçmişimden beri iz vardı. Geleceğimi geçmişim kurmuştu. Biliyorum gelmeyeceklerdi ama her seferinde düşüp kalkıyordum çünkü bir gün gökyüzünde buluşacağımızı biliyordum. Bununla yetiniyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İNTİHAR.
ChickLitProvası Yok hayatın. Ne yeniden yaşamak mümkün, Nede yaşadıklarını silebilmek...