4. Bölüm
Artık sokaklar yasak ona ama bekleyişi bitmedi:
Uyuyarak, uyanarak, yemek yiyerek, kitap okuyarak, gece yarıları siren sesleriyle yatakta sıçrayarak, günde yüzlerce kez üstüne üstüne yürüyen sıkıntıları elinin tersiyle kovarak, umut adına içinde kalan son kırıntılara sımsıkı sarılarak onu bekliyordu yine.
(Alıntı)🍷🍷🍷
Kübra oyuncakları ile birlikte balkona çıkışmış oyun oynuyordu. Annesi de Küba’ya güzel bir kahvaltı hazırlamakla meşguldü. Kübra biraz oyun oynadıktan sonra Annesi “kahvaltı hazır kızım, ellerini yıkayıp gel hadi” dedi. “Tamam anne hemen geliyorum.” Dedi ve koşa koşa ellerini yıkayıp sofraya oturdu. Masada rüyasında gördüğü patates kızartması vardı ve oldukça lezzetli görünüyorlardı. Annesinden bugün patates kızartması istemişti. Annesi de küçük Kübra’yı kırmamış, ona bugün rüyasında gördüğü patates kızartmasından yapmıştı. En sevdiği şeylerin ilk sıralarında geliyordu annesinin yaptığı patates kızartması. Bazen cips gibi yapması isterdi annesinden.
Kübra, çok lezzetli görünen sıcacık patates kızartmasından hemen ağzına bir lokma götürdü hızlıca “aaa çok sıcak!” diye bağırdı aniden. “Bekle biraz soğusun, öyle yersin.” Dedi annesi. Kahvaltılarını yaparken Kübra “anneciğim bugün piknik yapabilir miyiz? Hem hava çok güzel” dedi. “Tabii ki de yapalım kızım, hatta sahile gideriz orda yaparız pikniğimizi” dedi.
Kübra heyecanla “Babamda gelecek mi? O da gelsin lütfen, lütfen” dedi.
Aynur, “tamam kızım, sen kahvaltını yap ben babana mesaj atacağım şimdi” deyip telefonunu almak için odasına gitti.Kübra sahilde ailecek mutlu bir piknik yapacakları için çok seviniyordu. Yemeğini hemen bitirdikten sonra koşa koşa odasına gitti ve ne giysem ne giysem diye düşünmeye başladı. Zaten ona ne giyse çok yakışırdı. Çok güzel bir kızdı. Bir o kadar da akıllı ve olgundu yaşına göre. Kıyafet dolabını açıp içeriye kısa bir göz gezdirdi. Bir sürü farklı farklı her çeşitten elbiselerle doluydu. Ama dağınık değildi tabi ki de. Sadece ilk çocuk olduğu için üzerine fazla düşülüyordu. Ama bu durum onu asla şımartmıyordu.
Akrabaları tarafından da çok sevilen biriydi Kübra. Elbise dolabının başında fazla oyalanmak istemedi ve siyah pantolonunu ile açık mavi kısa kollu tişörtünü giydi. Hava güzeldi, üşümezdi bunlarla. Aynadan saçlarını bağlanmaya çalışıyorken, tam o sıra annesi odaya girdi ve “tatlım, babanın işleri biraz uzun sürecekmiş. İkimiz gideceğiz o yüzden” dedi. Zaten babası ile pek vakit geçirmezdi. İçinde hep eksikti ve eksik kalacaktı baba sevgisi. Babanın gölgesinde büyümek bambaşka bir şeydi, güven vericiydi. Sanki her ne olursa olsun o beni korur hissi veriyordu, babanın gölgesi. Ama Kübra bu duyguyu pek yaşıyamıyordu. Belki de bu yüzden daha çok annesine bağlı, daha çok ona aşıktı.
Babasının gelemeyecek olmasına üzüldü ama belli etmedi annesine. 'O da üzüldüğümü fark edip üzülmesin' diye. Çok ince fikirliydi Kübra.
“Peki anne” dedi Kübra. Sanki babasının gelemeyeceği için üzülmüştü. Sanki değil, zaten üzülüyordu ama belli etmiyordu. Aynur, kızını mutlu etmek için “bu arada çok güzel olmuşsun bebeğim” Diyerek kara bulutları dağıtmak istedi.
“Teşekkür ederim anne ama keşke babamda bizle beraber gelseydi.”
“Başka zaman babanla birlikte de gideriz kızım, sen üzülme” dedi, Aynur.Hazırlıklarını yaptıktan sonra evden çıktılar. Kübra hava her ne kadar da sıcak olsa da evden çıkarken ince hırkasını da aldı. Taksi çağırıp onun gelmesini beklediler bir süre. Taksiyi beklerken Aynur derin acılar çekiyordu. İçinde sancılar kopuyor, karın ağrısı şiddetle artmaya devam ediyordu.
İlaçlarını almamıştı henüz. Ayakta duracak hâli ve mecali yoktu. Biraz ateşi vardı. Yüzü solgundu. Son zamanlarda aşırı zayıflamıştı aniden. Karaciğer, karın içindeki konumu ve yapısı nedeniyle cerrahisi en zor olan organlardandır. Bunun bir nedeni göğüs ve karın boşluklarını birbirinden ayıran diyafram isimli zara yaslanmış ve yer yer yapışık olması, bir diğer nedeni de kendisini besleyen ve boşaltan damarların varyasyonlarının, yani insandan insana gösterdiği farklılıkların çok olmasıdır.
Karaciğer hayati bir organdır, yokluğunda insan yaşamı devam edemez. Bu denli bir yapıda olan organın sağlığının da devamlılığının sağlanması gerekmektedir. Eğer kişi, karaciğer kanseri olmuş ise, diğer kanserlere yakalanma riski de artar.
Hastalığın az buçuk farkında olan Aynur, hastalığı daha da artmadan çok sevdiği kızı ile vakit geçirmek istiyordu. Bu onun için çok ama çok büyük bir riskti. Hayatı söz konusuydu. Nihayet beklenen taksi gelebilmişti. Taksiye piknik için eşyaları yerleştirdikten sonra sahile gittiler. Yol boyunca Aynur öksürüyordu. Son günlerde baya halsizdi zaten.
Sahile gittiklerinde kendilerine oturacak gölge bir yer buldular ve oraya kilimlerini serdiler. Kübra çimlerin üzerinde koşup eğleniyordu. Hiç yorulmadan son derece enerji ve neşe ile oradan oraya koşuyor, kelebekleri kovalıyor, annesine çiçek topluyordu. Ara sıra da denize taş atıyordu.
Yorulunca annesinin yanına geldi. Aynur, sırtını ağca yaslamış, halsizce güzel kızını izliyordu. İzlemek ne ki, seyre dalmıştı adeta.
Kübra, annesinin yanına geldi ve oturdu. Biraz dinlendikten sonra “anneciğim ikimiz beraber top oynayalım mı?” dedi, yorgun ve incecik sesiyle.
Annesi zar zor nefes alıyordu. Rengi soluktu, karnı ağrıyordu. Bu hâlini ne kadar Kübra’dan saklamaya çalışıyor olsa da her şey aşikardı. “Tamam kızım-...” Derken ayağa kalkıyordu.Ayağa kalktığında birkaç adım attı ve gözleri iyice karardı. Dengede durmaya çalışıyordu ama beceremiyordu. Başı dönüyordu Aynur'un. Nefes darlığı çekmeye başlamıştı. Kübra daha önce annesini hiç böyle görmemişti. Çok korkutuyordu küçük Kübra.
Aynur yere düştü, gözleri kapandı. Hareketsizce yerde yatıyordu. Kübra çok korkmuştu. Ağlıyordu ve ne yapacağını bilmiyordu. Eli ayağına dolanmıştı. Kendini hiç bu kadar çaresiz hissetmemişti. Tek bildiği çok korktuydu. “Anne anne!” dedi telaşlı bir şekilde. Aynur’dan hiç ses gelmeyince “anne!!!” diye çığlık attı. “Anneciğim aç gözlerini lütfen! Anneciğim” diyerek ağlıyordu. Annesinin soluk yüzüne bakmaya bile kıyamıyordu. “Lütfen anne, lütfen!” dedi kısık bir sesle. Beni bırakma anne, aç gözlerini lütfen... lütfen...”O an ne hissettiğini bilmiyordu. Annesi onu bırakamazdı. Söz vermişti. ‘Seni hiç bırakmayacağım güzel kızım’ demişti.
Tek bildiği şey çok korkmuştu ve yalnızdı. Tek duyduğu acıydı. O daha küçücüktü. Çok küçüktü. Masumdu. Annesiz kalamazdı. Yapamazdı.
Etraftaki insanlar Kübra’nın çığlıklarına geldiler. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu küçük kız. Nefes alamıyordu Kübra. Ne yapacağını bilmiyordu. Çaresizliğin tam dibine vurmuştu.
Siren seslerini duydu ambulansın. Sahilde yankılanıyordu Kübra’nın çığlıkları ve ambulansın siren sesi... Sanki ortalık kana bulanmıştı. Acil tıp teknisyenleri Aynur’u sedyeye yatırırlarken Kübra da gelmek istemiyordu. Annesinden bir an bile uzak kalmak istemiyordu. Kübra’nın da annesi ile gelmesine izin vermediler. Başka bir ambulansla alıp sakinleştirici vereceklerdi Kübra’ya. Ama onu Annesin den başka hiç kimse ve hiçbir şey sakinleştiremezdi ki...
Annesinin içinde bulunduğu ambulans hızla hastaneye doğru giderken ağlaya ağlaya arkasından koşuyordu küçük kız.
Ağlaya ağlaya koşuyordu küçük kız.
Islak gözlerini bile silmeden yetişmeye çalışıyordu annesin...
🍷🍷🍷"Hayatım seninkinden daha değerli değil. Tehlikeye tek başına gitmene izin veremezdim. Mürettebatına katılmak istedim çünkü beni korumanı değil, seninle yan yana savaşmayı istiyordum..."
((Tricia Levenseller))
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İNTİHAR.
ChickLitProvası Yok hayatın. Ne yeniden yaşamak mümkün, Nede yaşadıklarını silebilmek...