36. Bölüm
Bu ara ellerim hep üşür benim. Doktor "kansızlık" der, ben "sensizlik" derim.
🍷🍷🍷
Her şey çok güzel gidiyordu. Artık yaşamam için bir sebep vardı. Yıllar sonra tekrar mutlu olmaya ve mutlu yaşamaya başlamıştım yavaş yavaş. Bunun da tek müsebbibi Halid Can'dı. O bir insan ne kadar iyi olabiliyorsa o ondan da iyiydi. Bana iyi geliyordu. Eylül ayı gelmek üzereydi. En sevdiğim ay eylüldü. Neden bilmiyorum ama eylülü severdim. Sonbaharı severdim, güneşin batmasını severdim. Ama eylül geldiği için okul başlayacak ve benim İstanbul'a dönmem gerekecekti. Ailemin yanına. Bunun için üzülüyordum diğer senelerden birazcık daha fazla. Çünkü bu sene Halit Can vardı eve gidince onunla o kadar rahat konuşamayacak o kadar rahat davranamayacaktım. Çünkü benim bir babam vardı. Güya beni korumak istiyordu ama kurmak böyle olmazdı. Bir yanım anın mutluluğunu yaşamamı isterken diğer yanım yarın için kaygılanıyordu. E tabii haklıydı da. Gün içerisinde babam aradı biraz konuştuk ve hiç özlemediğimi fark ettim. Zaten insan sevdiğini özlerdi ya. Oysa ben nefret ediyordum ondan. Benim hayatıma benden çalmış, benim hayatımı kuşatmış ve nefret ettirmişti çokça. Yarın beni almaya Trabzon'a geleceğini söylüyordu. Moralimi bozan tek şey oydu. Ama pek uzun sürmedi bu durum çünkü bir bildirim sesi bile beni mutlu edebiliyordu artık. Tumblr'dan bir ileti atmıştı, mutlu-olamayan-adam:
"Şehrime gel sevgili.
Yarın çık gel.
Bırak her şeyi, bir bekleyenim var de gel.
Gel ki, bu şehir adımlarınla anlamlansın.
Gel ki, bu şehir nefretim olmaktan çıksın.
Gel ki, nefes alayım.
Gel."
Mutluluktan gülümseyip bir poz paylaştığım ve onu etiketledim. "Öyle bir taht yaptım ki sana, kimsenin gücü yok yerini almaya."Dedim ya mutluydum. Çünkü en güzel şeyi yaşıyordum. Dünyada sevmekten güzel bir şey varsa eğer severken sevilmekti ve bende tam bunu yaşıyordum. Severken sevilmek... Bu çok başka, bu bambaşka bir şey, bir histi, tarifi mümkün olmayan...
“Erkek kadına dedi ki: Seni seviyorum, ama nasıl, avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp parmaklarımı kanatarak kırasıya, çıldırasıya...
Erkek kadına dedi ki: Seni seviyorum, ama nasıl, kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz, yüzde yüz, yüzde bin beş yüz, yüzde hudutsuz kere yüz...”
Ve kadın bunu hisseder. Sevdiğin adamın da onu, kendisinden fazla sevdiğini iliklerinde hisseder. Ve dünyanın en güzel kızı olur. Dünyanın en güzel kızı olur çünkü sevilmek insanı güzelleştirir. Birini severseniz sizin sevginiz onu güzelleştirir. Siz birini severseniz sizin sevginiz onu iyileştirir. Hem manen hem bedenen. Aslında sevgi, en büyük ilaçtır. Aslında sevgi, en güçlü ilaçtır. Aslında sevgi, en tatlı ilaçtır. Ama kimse kullanmasını bilmiyor! Bilenler de kahpece bir mesaja nedensizce terk ediyor. Bilenlerde kahpece bir mesaja sebepsizce karanlığa terk ediyor. Bazıları sebepsizce, bazıları sessizce, bazıları aldatmayla, bazıları da nedensizce... İlginç olan şu ki; bazıları da terk edilmeye terk ediliyor, hiç terk etmeyeceklerini söyleyenler tarafından. Hiç kendinize şu soruyu sordunuz mu? Size hiç gitmeyeceğini söyleyenler şimdi nerede? Cevap: Hiç gitmeyeceğini söyleyenler, hiç gitmeyeceğini söylediği yerde! Dünyanın en mutlu insanı yapmanın karşılığı bu mu? diye soranlara söylüyorum. Dünyanın en mutlu insanı yapmanın karşılığı bu işte! Evet, hiç adilce değil. Bizde bilmiyorduk. Ama iş işten geçmiş oluyor. Keşke bizde Leyla ile Mecnun da ki Erdal bakkal gibi "Bana bu işten bahsedilmedi. Bahsedilseydi yapmazdım" diye bilsek. Ve Keşke dememiz bir şey ifade edebilse. İşte çaresizlik bu.
“Masa da masaymış ha...
Adam yaşama sevinci içinde
Masaya anahtarlarını koydu
Bakır kâseye çiçekleri koydu
Sütünü yumurtasını koydu
Pencereden gelen ışığı koydu
Bisiklet sesini çıkrık sesini
Ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu
Adam masaya
Aklında olup bitenleri koydu
Ne yapmak istiyordu hayatta
İşte onu koydu
Kimi seviyordu kimi sevmiyordu”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İNTİHAR.
Literatura FemininaProvası Yok hayatın. Ne yeniden yaşamak mümkün, Nede yaşadıklarını silebilmek...