8. Bölüm
#Anneler ölmesin!
Anne lütfen ölme! Bırakma bu can çekişen kızını. Gitme kan kırmızı halinle. Şimdi ölen sen misin, ben miyim, yoksa insanlık mı?
Anne ne olur ölme!
Bak ‘Ölmek İstemiyorum’ diyorsun işte, duyabiliyorum, seni beni bırakmak istemezsin ki.
Eğer biri ölecekse ben ölürüm senin yerine, lütfen ölme anne.
Anne lütfen ölme!Eğer biri ölecekse ben ölürüm senin yerine.
Lütfen ölme anne. Anne lütfen ölme.Anneler ölür müydü gerçekten? Annelerde bırakır mıydı herkes gibi sevdiklerini? Anneler ölmemeliydi. Bırakmazdı tek başına o küçücük masum kız çocuğunu. Şimdi Kübra yalnızdı, tekti, biçareydi. Bundan sonra ne olacaktı, ne olabilirdi ki? Bir daha nasıl toparlanacaktı Kübra ya da toparlanabilecek miydi? Her şey çok acı ve yine her şey çok acımasızdı.
Bilal bey onu (Aynur'u) çok seviyordu, ‘ölümüne seviyordu.’ Hani diyorlar ya; ‘Hayatımın aşkı’ vs. Bu da onun gibiydi. Saçma sapan cümleleri kullanmayacağım. Aynur’da Bilal’de ikisi birbirlerini gerçekten ama gerçekten çok seviyorlardı.
Bilal ilk Aynur’u kalmış olduğu yurttan markete giderken görmüştü. O an büyülenmişti işte. Günler, haftalar geçmiş hala aklından çıkaramamıştı gül yüzlü kadını. Onu bir defa daha görebilmek için elinden geleni yapıyordu, her gün aynı saatte, aynı yerde bekliyor, onu gördüğü markete gidiyordu, o gül yüzü, o çehreyi ve kocaman gözleri bir kez daha görmek için...
Yolda giderken onu görebilme ihtimali vardı o yüzden o yollarda asla yorulmaz ve usanmadan beklerdi. Eve gelince de pencereden ayrılmaz bir divane oluvermişti. Çünkü Bilal bey her ihtimali denemek istiyordu ve pencereden ayrılmıyordu.
Yine günlerden Cuma, Saat 16.11’i gösterirken yurttan çıkıp markete gitmişti. Ve aylar sonra onu orada bir defa daha görmüştü. İstemsizce ikinci kez âşık olmuştu gül yüzlü kadına.
O çehreye...
Narin ellere...
Kocaman gözlere...
Ve bakışlarına tekrar âşık olmuştu bizim oğlan. O zamanlar daha parası pulu yoktu belki de, ama deli tay gibi yerinde duramayan toy bir yüreği vardı.
O herşeye yeterdi zaten.Aradan zaman geçti ve süt kardeşi sebebiyle konuşmaya başlamışlar ve nihayetinde evlenip mutlu bir hayat kurmuşlardı ki Aynur çok sevdiği eşini bırakıp gitmişti. Aynur ölmüştü.
Kübra’nın bir tanecik annesi ölmüştü. Dünya artık en masum bir kız çocuğunu, susarak çığlıklar atan bir ölüye dönüştürmüştü. Aynur, hayata tutunduğu biricik kızı Kübra’dan, Kübra’da hayatının kendisinden ayrılıyordu. Cansız beden gibi dolaşacaktı karanlık dünyada, yalnız başına, bir başına.
Yaşam sevincini kaybetmek ne demek bilir misin? Annenin üzerine toprak atılması nedir bilir misin? Annenin gitmesi ve bir daha dönmemesi ne kadar acı sen bilir misin? Eve geldiğinde annenin olmaması ve hiç gelmemesi, gelmeyecek olması nedir bilir misin? Tarifi bile edilemeyen acıyı sadece yaşan bilir. Ve onu yaşayan da artık yaşıyor sayılmaz. Yazmakla, anlatmakla anlatılmaz, insanın hissettiği bu son duygu. Sadece yaşamakla bilinir. Ve yaşayan da artık acıdan başka hiçbir şey bilmez, hissetmez. Bazen acıyı bile hissedemez.
Aynur’un cenaze namazı kılınmış, defin etmek için mezarlığa doğru ilerliyorlardı. Küçük Kübra’nın ayakları tutmuyordu. Gözleri görmüyor, kalbi kan pompalayamıyordu neredeyse. Üzüntüden, ağlamaktan, kasvetten, acıdan ve yalnızlıktan daha doğrusu annesizlikten...
Annesini toprağa gömdükten sonra saatlerce mezarının başından ayrılmadı Kübra, ayrılamıyordu biricik annesinin mezarından.
Minicik parmakları ile dokunuyordu annesinin mezarında ki taze toprağa.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İNTİHAR.
Chick-LitProvası Yok hayatın. Ne yeniden yaşamak mümkün, Nede yaşadıklarını silebilmek...