26. bölümNasıl sevmeliyiz? Her türlü toplum kabusundan, nefretinden, sözlerinden uzaklaşarak sevmeliyiz. Gökyüzünden düşen iki damlanın ancak birleşirse yeryüzünde çiçek açacağını öğrenerek sevmeliyiz. Bir kediyi okşarken yeryüzünü, yeryüzüne olan bu hafifliğimizin de karşımızdaki insanın yürüdüğü yolları sevmek olduğunu bilerek sevmeliyiz. Bencilce değil, kirli bir böceği sevilmenin, sevmek adına bir ikrar olduğunu bilerek sevmeliyiz. Bir kuşu sevmenin gökyüzünü anlatmak, gökyüzünü anlatmanın kâinatı dinlemek, kâinatı dinlemenin de Tanrı'ya gülümsemek olduğunu bilerek sevmeliyiz. Cesurca sevmeliyiz, ne düşünür hezeyanlarını bir kenara bırakıp en absürt geçmişimizi anlatarak sevmeliyiz. Kabullenmeyi ve eğlenmeyi deneyerek sevmeliyiz. İnsanın hayat boyunca kurduğu en umutsuz cümlelerinde bile gizli gizli çiçekler büyüklüğünü bilerek sevmeliyiz. Beklenen sadece bir anlayışlı insandı, insana yakışırız şekilde sevmeliyiz. Özgürlüğün nefesinin, herkesin boynunu okşadığını bilerek sevmeliyiz. Karşınızdakinin hürlüğüne saygı duyup onu kafesinden yeni kaçmış bir kuş gibi görerek, yaşamı keşfetme heyecanına şahitlik ederek sevmeliyiz .İnsana bir hapishane değil, gökyüzüne açılan bir pencere olduğumuzu bilerek sevmeliyiz. Her şeyin bir tedavisi olduğu gibi karşıdaki insana olan sevgimizin de tükendiğinde, onunla olan anıları gülümseyişi ile hatırlayıp hem geçmişimizi hem geleceğimizi sevmeliyiz. Kırmadan, dökmeden birbirimize verdiğimiz sevgi mirası, başka sevgilerle birleştirerek sevmeliyiz.
🍷🍷🍷
Sultan'la o kafeden ayrıldıktan sonra zaten akşam olmuştu. Halid Can eve gittiğimde üstünü değiştirip yemeği yedikten sonra odasına gitti. Mesaj bildirimi vardı çok sevdiğinden, "gökte o kadarın var ama ay bir tane, yeryüzünde o kadar insan var ama sen bir tane. Ben geldim." "Hoş geldin o bir tanem." Yazdı Halid Can. "Neler oldu bir bilsen." "Ne oldu?" "Yine babamla kavga ettik" "Niye?" "Ne olacak Halime yüzünden. Valla nefret ediyorum ben bu kadından ya" "Yine ne yaptı sana?" "Akşam yemeğini hazırlarken salata yapıyordum. Bana bırak salata yapma dedi. Sonra yemek hazır oldu babam geldi 'niye salta yapmadınız' diye kızdı. Halime de 'Ben Kübra'yı yap dedim ama yapmamış' dedi. Ben de olan biteni anlattım bana inanmadı. Yeminler ettim ama bana inanmadı. Bende kalkıp gittim masadan sonra gelip bir ton bağırdı 'saygısızlık yapma!' diye."Halid Can sevdiği kadının o evde haksızca zulme uğramasına gönlü asla razı gelmiyordu. En kötüsü de elinden bir şey gelmiyordu şu anlık. Halid Can defalarca Kübra'ya 'seni oradan alayım başka bir ev tutarız, istediğin gibi okuluna gidersin. Kimse karışamaz sana' dese de Kübra bunu inatla reddediyordu. Gece yarısına kadar uzun uzun konuştular. Tabii arada babası veya Halime kontrole geldiği için Kübra'nın kesik kesik oluyordu konuşmaları. Halid Can’sa usanmadan sabırla bekliyordu sevdiğinin gelmesini. Kübra heyecanla mesaj attı. "Şey bugün dayımlar aradı onlar memlekete gidiyorlarmış. Bana da sordu sende gelmek istiyor musun diye. Ben de olur dedim de babanla konuşacak yarın. Eğer babamda izin verirse memlekete yani Trabzon'a gidiyorum." "Trabzon'a mı? Sen Trabzonlu musun? Eğer baban kabul ederse ne zaman gidip ne zaman döneceksin? Yani seni ne zaman görebilirim yüz yüze?" diye sordu Halid Can. "Hayır, Trabzonlu değilim Sivaslıyım. Ama annemin memleketi Trabzon. O yüzden yazları ananem köyde oluyor, Ömer dayım ve Yasin dayım da gidiyor genelde ve bazen ben de gidiyorum onlarla beraber. Ne zaman dönerim bilmiyorum galiba Kurban Bayramı'ndan sonra" “Bayrama daha 1 buçuk ay var. Yani bir buçuk ay içinde seni göremeyecek miyim?" "Evet Kurban Bayramının gelmesine bir buçuk ay var ama döndüğümde de hemen göremezsin. Buluşamayız yani. Çünkü ananem geç dönüyor, o dönmeyince de ben evden dışarı çıkamıyorum biliyorsun zaten. Yani onun dönmesini bekleyeceğiz üzgünüm.” Halid Can’ın morali bozulmuştu. Zaten en son bir ay önce beraberlerdi. Çok özlemişti deniz kızını. Bir an önce ona kavuşmak istiyorken şimdi kurbandan sonra hatta daha sonra anneannesinin geldiğinde, hafta sonunu ananesinde geçirmek için babasın dan izin alıp geldiğinde buluşabilecekler ve anca o zaman kavuşabileceklerdi. Çok zaman vardı ve beklemek dünyadaki en zor şeydi. Kübra sevdiği adamın üzüldüğünü anlayıp moralini yükseltmek için şöyle bir mesaj yazdı. "Ama şöyle iyi tarafından düşün. Trabzon'da olduğumuz zamanlarda bana karışan biri olmadığı için, seninle her gün sesli ve görüntülü konuşabileceğiz. Ve konuşurken gitmek zorunda kalmayacağım hatta gündüzde konuşacağımız için yedi yirmi dört beraberiz yani. Bu iyi haber." yazdı. "Sen oradan bir canım dersin, benim kalbim kaburgamın altına sığmaz burada..." yazdı genç adam."00.00 -Kübra-"00:00"-Halid Can- O sıra saat 00:00 olmuştu. Kübra'nın böyle bir huyu vardı. Her gece konuşurken gün bitiminde yani 00:00 da öyle mesaj atardı. Halid Can’da ona karşılık verirdi. "Uzak ve imkânsız gözüken bir şey, bir anda yakın ve mümkün olabilir." dedi Kübra." Nasıl sabrettiğime benin bile şaşırdım olaylar var." "Her kadın onu kitap gibi okuyabilen güçlü bir erkek ister. Ama sen beni baştan yazan bir adamsın. Daha iyi olanı değil, senin daha iyi hissettireni seçmelisin diyorlar ya ben iyi seni sevmişim. Ama anlamadığını şey şu, sen neden beni sevdin? Yani bir güzelliğim bile yok. Kimse sevmez yetim bir kızı" "Güzellik için sevilmez, sevdiğin güzeldir diye bir söz var. Ben seni ilk gördüğümde hissettiğim duyguları anlatamam. Ama seni nasıl sevdiğimi anlatabilirim. Ben seni kusurlarınla, eksiklerinle, yarımlarınla, olduğun gibi kabul edip öyle sevdim. Öyle çok güzel ve özel seviyorum ki gökte uçan kuşlar bile hayran." "Dünyada sevmekten daha güzel bir şey varsa eğer; severken sevilmektir. Çok sevdiğim biri beni, benim onun sevdiğimden daha çok seviyor. Galiba mucizeler gerçek oluyor." Yazdı Kübra huzurla. Sabahın ilk ışıklarına kadar devam etti konuşmaları. Bu sefer uyuyakalmamıştı Kübra. Ne güzel demiş Hz. Ömer; "Allah seni birinin sevgisiyle rızıklandığı vakit gücünün yettiğince o sevgiyi sıkıca tutun."
Sabah olmuştu. Günlerden cumartesiydi. Kübra mutfakta kahvaltı hazırlıyordu. En son demlenmiş olan çayı da alıp masaya oturdu. Ailecek sessiz bir kahvaltı sürerken sessizliği bozan babasının çalan telefonu oldu. Arayan Bilal'in rahmetli eşi Aynur’un en küçük kardeşi Yasin'di. “Günaydın enişte umarım rahatsız etmiyorumdur, müsait miydin? “Müsaitim Yasin, buyur. “Enişte geçen hafta anneler köye gitti. Bizde bu akşam gideceğiz Ömer abimlerle nasip olursa. Kübra'yı da almayı düşünüyorduk. Hem ona da iyi gelecektir ne dersin?” “Bu akşam mı?” “Evet, gece yarısı yola çıkacağız”. “Tamam gitsin ama gözünü üzerinden ayırma tamam mı Yasin?” “Merak etme enişte. Yeğenime gözüm gibi bakacağıma emin olabilirsin.” “İyi o zaman, yolunuz açık olsun.” “Sağ ol enişte, iyi günler.” Konuşma bitmişti. Kübra anlamıştı zaten babasının dayısı ile konuştuğunu. Zaten arayacağını biliyordu ve şimdi de izin verdiğini öğrenmişti. Birkaç lokma aldıktan sonra bu müjdeyi sevdiği adamla da paylaşmak istedi. Odasına girip telefonunu aldığın da bir bildirimin olduğunu fark etti. Halid Can’dan mesaj gelmişti. Babası Kübra'nın telefona sık sık kontrol ettiği için ve kimlerle mesajlaştığına ve konuştuğuna baktığı için, Halid Can’ı 'Merve' diye kaydetmek zorunda kalmıştı. Her Merve'den gelen mesajda kalbi pırpır oluverirdi. Hemen gelen mesaja tıkladı. "Senden papatyalara taç yapılır. Günaydın güzelim" Mesajı okur okumaz yüzünde güller açtı Kübra'nın. "Biliyor musun benim en sevdiğim çiçek papatya" yazdı. Kübra. "Neden? Bir sebebi var mı?" diye sordu genç adam. "Aslında var ama..." "Nedir?" Yüzü düştü ve hüzünle anlattı güzel kız: "Küçükken annemin mezarına ekmek için çiçekçi ye gitmiştik babamla. O zaman herkes gibi gülleri çok seviyordum o yüzden çiçekçi amca dan gül tohumu almıştım. Sonra canım annenin uyuduğu yere, mezarına gittik. Ben ellerimle kazdım ve her bir tohumu ektim minik ellerimle. Sonra can suyunu verdim güllerin. Birkaç hafta sonra tekrar anca gelebildik. Çünkü o zamanlar Sapanca'da oturuyorduk. Birkaç hafta sonra tekrar geldiğimizde ben koşa koşa geldim annemin mezarına gülleri görmek için. Ama geldiğim de güller yoktu. Onun yerine mezar papatyalarla dolmuştu. Şok olmuştum. İşte o günden sonra en sevdiğim papatya oldu benim." Taze çiçek kokusuydu istediğim, bu kokuyu papatya da buldum. Sade bir sevgiydi hayattan beklediğim ve hala bekliyorum. Hep bazı yanlışların altında ezilenler oldu. Tıpkı güllere koşan birinin papatyaları ezdiği gibi. Hiç papatyaya koşan birini görmedim. Hep güle doğru gittiler. Ve güle giden yolda açan papatyaları ezerek.
Neden severim seni, bilir misin papatya, niçin tutkunum ben bu sarı beyaz rüyaya?
Ne zamandan beridir bu sevgi bilmem ama sen açacaksın diye severim baharı da.
Sen bir başka güzelsin, ben bir başka sevdalı.
Altımızda çimenler, sanki zümrüt bir halı.
Gök kubbeyle örtülü, cennet misali diyar.
Bak bizim için gelmiş, bize esiyor rüzgâr.
Sen bir kır çiçeği, ben mutlu bir kır çocuğu.
Seninle süslüdür hep rüyalarımın çoğu.
O kadar güzelsin ki, dokunmaya kıyamam.
Yıllarca baksam yine, seyretmeye doyamam.
Fal tutar sevgililer, güzellerin tacısın.
Dertleri kolay bulan gönlümün ilâcısın.
Toprak anam bağrına basınca bir gün beni,
Unutmayıp da yorgan etse üstüme seni.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İNTİHAR.
ChickLitProvası Yok hayatın. Ne yeniden yaşamak mümkün, Nede yaşadıklarını silebilmek...