45. bölüm

30 2 0
                                    

45. Bölüm

İki seçeneğin var ya kal ya gitme!
"Can! Artık zorlama. Benim ben .Denizkızın. Ne başka biri ne de şaka! Yazma dedim sana, yazma! Bitti diyorum anlamıyor musun?"
"Ne diyorsunuz ya. Bana Neslihan'ı çağrın. Hayır, senin Neslihan olduğuna. Denizkızı olduğuna inanmıyorum. Sen Neslihan olsan bu mesajı atamazdın. Ona ne yaptınız söyle. O nerede söyle. Benim benimkini getirin"
"Uzatma lütfen. Bana kendini engelletmek zorunda bırakma! İster inan ister inanma ben Neslihan'ım ve artık sen benim için bir yabancısın."

Kafamdan kurşun acısı gibi acılar geçiriyordu her cümle de pardon geçmiyordu acılar. Acılar geçer mi zamanla? Acılar geçmez. En fazla hafifler belki yıllar sonra. En fazla alışırsın yıllar sonra, acı çeke çeke. Ama acı hafiflese ya da sen ona zamanla alışsan bile ömür boyu geçmeyen bir şey olacak. Yara belki bir gün kabuk bağlar ama o yaranın izi asla geçmez. Her baktığında o izi görürsün ve her gördüğün de tekrar tekrar kanamaya başlar. Kanar. Kan akar, canın derinden yanar.  Her yalnız kaldığında ağlamaya başlarsın. Sanki... Sanki bir bıçak var ve iç organlarını parçalıyor. Öyle derin bir acıdır ki... Bazıları terk edilir, bazıları terk olunur. İkisi farklı şeylerdir. Bazıları aldatılır, bazıları ihanete uğrar. Aldatılmak, özellikle yakınların dan biri ile aldatılman en kötüsüdür. Çok kötü... Ama ondan bile daha acı veren, daha can yakan, daha kötüsü de nedensizce terk edilmektir!  Terk edilen her insan her gece şu soruyu sorar kendine. "Niye gitti?" Bu soruya verecek bir cevabın varsa kötü. Neden seni terk etti? Aldattı ya da başka bir şey diyemiyorsan kötü. Ama neden terk edip gitti sorusuna bir şey diyemiyorsan, hiç abartmıyorum işte o, aldatılmaktan daha beterdir. Bir şey diyememek, bilmemek, tarifsizdir. Çok sevip de kavuşamamak, üstüne üstlük terk edilmek, hem de nedenini bile bilmezken...  Kimseye anlayamazsın, kimseye de anlatmak istemezsin, kimse anlasın da istemesin, çünkü herkesin soracağı ilk soracağı ve senin asla cevap vermeyeceğin soru şudur; "Neden gitti?"  Aldattı bile diyemezsin çünkü daha da beteridir. Gitti ama niye gittiğini, neden gittiğini bilememek tadılması en acı duygudur. Onu tadan bir daha ölemez. Çünkü ölen bir daha ölemez. Onu tadan bir daha sevemez. Çünkü seven bir daha sevemez.

Ve o gitti... Öyle bir gitti ki... Öyle bir sarsıldım ki... İlk günler hep söylediği o cümleleri tekrar edip durdum. "Son bir senedir sana karşı hiçbir şey hissetmiyorum!" O zaman son bir yıldır neden vardım hayatında? Hissediyorsan bir şey bunu neden şimdi söylüyorsun? Kullanıp attın mı beni? Enayi yerine koyulmak nedir bilir misin? Ben seni, beni çok seviyor zannediyordum. Oysa... Oysa rol mu yapıyordun? Tam her şeyi düzeltmiştik. Tam her şey güzel olmaya başlamıştı. Hani evlenecektik? O kadar söyledin, inandırdın lan kendini. Sonra da yüzüstü bırakıp gittin! Neden?.. Çok mu kötüydüm? Yıllardır ben seni çok sevmiştim. Ne acı. Hiç fark etmemiştim rol yaptığını. Seni en iyi ben tanıyordum, ne oldu kestiremedim gideceğimi. Gözüm senden başkanını görmezdi, gözüm seni de görmez olmuş, şimdi anlıyorum. Çok geç dimi? Bana "Bana kendini engellettirmek zorunda bırakma" dedin. Ne ağrıma gitti biliyor musun? Gerçi nereden bileceksin ki. Sustum. Hâlâ da susuyorum ama kalemim yazıyor. İçimi dökülüyorum, hiç bitmesin diyorum bu kitap. Hani seninle kitap yazacaktık, denizkızı? Hem de üç cilt olacaktı. Sen belki unuttun, belki hiç aklına koymadın ama seninle uzaktan ilgisi olan şeyleri bile unutmuyorum ben.  Ben seni, taparcasına sevmiştim. Tek suçum buydu zaten. Nasıl da sevmiştim. Suçun ne kadar büyük olursa o kadar cezanı çekersin. Benim suçum çok büyük denizkızı, seni çok sevdim. Şimdi de cezamı çekiyorum, çekeceğim bir değil iki ömür. Hâlâ her gece sorarım ‘neden’? diye. Sen biliyor musun neden terk edip gittiğini?  Her bildiğini söyleyemez insan dimi. Peki ya çok sevildiğini terk eder mi kolayca? Bunu senin bilmen gerekir denizkızı! Biliyor musun, gittiğinin ilk aylarında kendimi kandırdım hep. Dedim ki, çok hasta ben üzülmeyim diye bana söylememek için gitti, gelecek. Hani filmlerde öyle oluyor ya. Biliyorum bende öyle bir şey olmadığını ama kendini kandırmaya çalışıyorum. Her şeye rağmen her gece bekledim ben seni, senin gelmeni. Ama hayatın kuralı bu galiba, beklenenler hiç gelmezler. Ben hayatımı, düzenimi onun için baştan inşa etmiştim. Benim geleceğim de o vardı. O gittiyse geleceğim nerede? Ben onun için askere gittim. Tecil edebilirdim, okuyabilirdim ama sırf o istiyor diye... Ne yaptıysam onun için yaptım zaten. Aralık ayındaki o karanlık ve soğuk geceyi bastırıyordu içimde ki alevler.  Zaten karanlıktı birde üzerine dünyamın kararmasına ne hacetti ki? Gerek var mıydı? Var mıydı gerek? Kendimi karanlıkta hissediyorum. Helen Keller'a sormuşlar: "Kör doğmaktan daha kötü ne olabilir?" O da: "Görme yetisiyle doğup etrafındakileri görememek çok daha kötü olurdu." demiş.  Bende görme yetimi kaybedip kör olmuştum. Hiç başlamamış olsaydı bu kadar acıtmazdı. Mesela hiç sevilmeseydim ya da öyle hissetmeseydim canım bu kadar acımazdı. Ama seçildiğimi hissedip hiç gitmeyeceğine emin olduktan sonra aniden bırakıp gitmesi canını ziyadesiyle yakmıştı. Artık ben yalnız değil, yalnızdım. Yalnız hissediyorum ki artık bunun sonu yok. Saatlerce evde hiçbir şey yapmadan oturuyorum. Sonra tam çıkarken evde kalsaydım bir şeyler yapabilirdim gibi hissediyorum. Galiba hep acele ettim. Hep yapması gereken çok şey olduğunu hissedip hiçbir şey yapmak istemeyen biriydim. İçimde adı boş ülkeler biriktirdim. Dolduracak birini bekledim, kendimden umudu kestikten sonra. Sonra beklemekten de vazgeçtim. Öldüm ama gömülmedim. Gömüleceğim günü bekledim, sonra beklemekten de vazgeçtim. İntihar etmeyi düşündüm, üşendim. Nefes alacak gücü kendimde bulabilmek için tüm gün dinleniyor, yatağımdan dışarı çıkmıyordum. Ben bu kitabı ilk yazmaya başladığım da ona sürpriz yapmak için yazıyordum. Kitabı çıkarttıracak ve onu mutlu edecektim. O mutlu olsun diye kitap yazmaya başladım. Tâbi o zamanlar hikâye mutlu sonla bitecekti. Çünkü inanmıyordum, çünkü sonsuz güveniyordum. Mutlu son hatta son diye bir şey olmadığını anladım. Mutlu biten tek şey diziler ve filmlerdi.  Gerçek hayatta mutlu son diye bir şey var mı?  Ben bilmiyorum. Belki bu benim büyük eksikliğim, belki de beceriksizliğim çünkü bulamadım.  Bu kitapta gerçek hayat hikayesinden esinlenen öykülerle yazılıp eser haline gelmiştir. Belki bir gün başka bir kitapta tekrar buluşmak dileğiyle...Tertemiz yüreğinize iyi bakın ve kimsenin sizi kırmasına izin vermeyin. Ve bir insanı ne zaman tam anlamıyla tanırsınız biliyor musunuz? Onun sizden gitmeden önce en son yaptığı davranıştan. İnsanları iyi tanıyın. Zaten tanıyınca güvenmeyeceksiniz. Güvenmeyince de sevmeyeceksiniz. Ama sevmek iyidir, acıtsa da öldürse de iyidir. Ben, beni yüzüstü terk edip gidenin arkasından tek kötü laf bile etmedim, edemezdim. O beni bırakıp gitse bile ben ona kıyamazdım ki... Ben ona kıyamazdım...  

                                                                         🍷🍷🍷

İNTİHAR.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin