Huzursuz uykumun derinlerine sızan kapı gürültüsü, hışırtı sesleri ve birkaç konuşma uyanmam için beni zorluyordu. Direnen gözlerimi açtım.
O sırada açılan kapıdan giren İso görüş alanıma girdi, altında eşofman yerine siyah pantolonu vardı. Gömlek ve montunu giyinmiş gözleri etrafı tararken ayakkabıları ile odaya ilerledi.
"Apo," dedi uyuduğumu düşünerek, büyük dolabın önüne giderken bakışlarını yatağa çevirdi, göz göze geldik. "Kalk, gidiyoruz."
İki gündür bir şeyler ayarlıyordu ve en kısa sürede gideceğimizi biliyordum ama yine de ilk başta şaşırmama engel olamadım. Derin bir nefes alıp yatakta dikleştiğim sırada o dolaptan bu evde olan silahı alıp beline koydu. Belinde iki tane silah vardı.
"O silah arkadaşının adına kayıtlı değil mi?" uykulu, boğuk sesimle konuşup yataktaktan kalkarken o silahı yerleştirip gömleğini üzerine çekti.
"Haberi var silahı aldığımdan, benimkini sana vereceğim bu bende kalacak." dedi montun yakasını düzeltirken.
"Silaha ihtiyacım yok," ayağa kalkıp tekli koltuğun üzerinde duran pantolon ve gömleğime uzandım.
"Görünüşte yok ama onların ailesini biliyorsun, yakamızı bıraktıklarını düşünürken her an bir yerden çıkıp sıkabilirler." onlar diye bahsettiği kişiler Ayla ve Filiz'di.
Cevap vermedim ve üzerimi tamamen çıkardım, o hızla benim olduğum tarafa geldi. Kutunun içindeki kurşunları almak için. Yanımdan geçmeden önce çıplak sırtımı öpüp aceleci bir tavırla yatağın yanındaki komodine eğildi.
Gömleği üzerime geçirip düğmelerini tek tek ilikledim, ardından kemerin ağırlık yaptığı pantolonu elime aldım. Ayağımı paçasından geçirecekken bacağımdaki kesiği gördüm, boydan boya kıpkırmızı ve yer yer morarmış duruyordu ince bir çizgi halinde. Dişlerimi sıkıp pantolonumu hızla giyindim.
"Hadi," dedi İso yanımdan geçip gittiğinde ona aldırmadan sakince fermuarımı kapatıp kemerimi bağladım. Üzerimi tamamen düzeltip montumu da aldıktan sonra eve kısa bir bakış atıp dışarı çıktım.
Burada eskisi kadar güzel anılarım yoktu artık.
Saçımı düzeltip dışarı çıktığımda kapının önünde duran eski model arabaya kaşlarımı çatarak baktım.
"Kimin arabası bu?" dedim ben çıktıktan sonra kapıyı kilitleyen adama, ikinci kilidin sesini duydum.
"Arkadaşın, sabahtan getirip bana teslim etti. Bununla çıkacağız yola."
"O nasıl bir arkadaşımış öyle, götlerini bile verecekler yakında..." diye mırıldandım ters bir şekilde, sürekli arkadaşları yardım ediyordu bu adama. Belki de hiçbir şeyi bilmiyorlardı.
"Al işte," dedi İso sinirle yanımdan geçip giderken. "Sonra da vurunca dayak attı oluyor."
"Kes sesini." dedim çatık kaşlarımla, marifetmiş gibi söylemesi sinirimi daha çok bozuyordu. Dangalak.
Kafasını iki yana salladı ve ardından sürücü koltuğuna geçti, o koltuğuna yerleşirken ben de peşinden bindim. Kapıyı çekip rahatsız koltukta iyice yayılırken montumu düzelttim.
"Yolda sana poğaça falan alırım, kahvaltı yapamayacağız." dedi arabayı çalıştırırken.
"İso," dedim sabrım tükenmişken. "Küçük bir çocukmuşum gibi sürekli benim adıma kararlar verme, şunu yaparım, böyle yaparsın falan. Ben kendi kararlarımı verebilirim."
"Mayasız mısın lan sen?" dedi İso direksiyonu çevirirken, diğer yandan göz ucuyla sinirle bana bakıyordu. "Kahvaltı yaparsın diye söylüyorum, kötülük mü ettim?"