Soğuk suyla yüzümü yıkarken sabah gerginliğinden kurtulamıyordum.
Buraya geldiğimizden beri İso'yu sabah erkenden görmediğim bugün haftasonu olduğundan evde kalmıştı, daha doğrusu belki de kahvaltısını yapana kadar duracaktı, bilmiyordum ama evde durması tamamıyla gerginlik sebebiydi.
Aynadan kızarıkları geçmek üzere olan yüzüme bakıp saçımı düzelttim, gözlerimi aynadan ayırmadan havluyu elime alıp yüzümü kuruladım ve yeniden asıp derin bir nefes alıp banyodan çıktım.
Salona yürüdüğümde kimse yoktu, mutfaktan sesler geliyordu. Eşofmanımı biraz yukarı çekerek mutfağın kapısının önüne gittiğimde İso'yu tezgahta domates doğarken gördüm. Üzerinde beyaz gömleği, altında ise siyah pantolonu vardı. Gömleğinin kollarını katlamıştı, kol damarları sanki patlayacakmış gibi ortaya çıkmıştı.
Kahvaltı masasında peynir, zeytin, yumurta ve salatalık tabağı duruyordu. Elindeki bıçağı bırakıp pislenmiş elini musluğa tutarken gözleri bana kaydı.
"Günaydın." dedi ifadesiz bir sesle.
"Günaydın." dedim sadece, insansı duruyordu. İyi.
Domates tabağını masaya koyarken ağzına bir tane zeytin atıp ardından geri mutfak dolabına döndü ve iki tane çay bardağı ve kaşığı alıp masaya koydu.
"Otur, ne ayakta bekliyorsun?" dedi zeytini çiğneyip çaydanlığı almak için ocağa yaklaşırken.
"Dışarı mı çıkacaksın?" diye sordum masaya otururken, dilimi sikeyim. Sana ne?
"Evet."
Gelip çayları doldurduktan sonra çaydanlığı yeniden ocağa bıraktı. Nereye gideceğini sormak istesemde durdum. Sevgili miyiz değil miyiz artık ondan bile emin olmadığım için soracak cesareti kendimde bulamıyordum. Zaten bana bulaşmasında istediği kadar gezsin modundaydım, tek başına.
Böyle düşünüyordum ama içten içe onu çok özlüyordum, beraber vakit geçirmek istiyordum. Aynı sokakta sakince yürüsek bile yeterdi aslında.
O iştahlı bir şekilde kahvaltısını yapmaya başladığında onun aksine sadece çay içiyordum, eskiden üç öküz yiyecek kadar iştahım varken şimdi bir zeytini bile zor yiyordum.
"Akşama yemek yapar mısın dışarıdan mı getireyim?" diye sordu ağzına bir salatalık atarken.
"Yemek yapmayı bilmiyorum." dediğimde bakışlarını bana çevirdi.
"Makarnada olur, onu da mı yapamazsın ki?" gerçekten yapıp yapamayacağımı sorguluyormuş gibiydi.
"Ne bileyim, yaparım herhalde." dedim, makarna kolaydı.
"Güzel." dedi kafasını sallayıp önüne dönerken.
Beni dışarı davet etmesini beklerken akşama yemek yapabilir misin diye sorması hem üzüp hem de sinirlerimi bozarken bakışlarımı boş tabağa çevirdim.
O sırada masanın üzerinde duran telefonun ışıkları yanıp söndü, göz ucuyla baktığımda isimsiz bir numaranın aradığını gördüm. Belki de iş için arıyorlardı.
İso ağzındaki lokmayı çiğnerken göz ucuyla telefona bakıp ardından sessize aldı ve yemeğine geri döndü.
"Niye açmıyorsun? Belki iş için arıyorlar." dedim telefona uzanıp telefonu almak için bir hamle yaptığımda kemikli elini telefonun üzerine koyup benden uzaklaştırdı.
"Arasınlar." dedi çayından bir yudum alırken, yüzüme bakmıyordu.
"Lan ne demek arasınlar? Açsana, boşuna mı verdim numaranı?" iki gündür birinin aramasını bekliyordum, aradıkları halde bana haber vermemesi çıldırtacak kadar sinirlendirmişti beni.
"Benim kontrolümün dışında, kendi kafana göre bulduğun işlere gidebileceğini mi düşünüyorsun?" dedi tek kaşını kaldırıp bana bakarken. Dudaklarım şokla aralandı.
"Lan sana ne? Ne kontrolünden bahsediyorsun?"
"İlk önce," dedi çayından bir yudum daha alıp bitirirken. Ayağa kalkıp ilk telefonu cebine attı, ardından bardağı eline alıp ocağa ilerledi. "O sesine dikkat et."
Kafamı çevirip afallayarak onu izliyordum, kendisine bir çay daha doldurup çaydanlığı geri ocağa koydu ve bana döndü.
"Daha sonrasında, kontrolün neden gerektiği seni ilgilendirmez. Sadece sözümü dinle, ben sana bir iş bulacağım."
"Senin bulduğun işi istemiyorum amına koyayım!" dedim sandalyemi geriye itip ayağa kalkarken. Bu tavrım onu hiç etkilememiş gibiydi, iki parmağının ucunda tuttuğu çayı beni izleyerek içiyordu.
"Sana teklif sunmadım zaten?" dedi rest çeker gibi. Bu hali, tavrı 'neden böyle yapıyorsun' diye ağlama isteği uyandırıyordu.
"Ne istiyorsun?" az önceki bağırışımın aksine daha sakin bir sesle.
"Benim isteklerimle alakalı bir şey değil, arkamızda belki de bizi arayan onlarca silahlı adam var. Gidip herhangi bir işte işe başlayamazsın, sana güvendiğim yerden işini bulurum. Gidip uslu uslu orada çalışırsın ve böylece hayatımızı tehlikeye atmazsın."
Konusurken diğer yandan yine masaya gelip oturdu, ağzına bir zeytin atıp sandalyesinde geriye yaslandı. Bu sefer camdan dışarı bakıyordu.
"Madem öyle neden iş aramaya çıktığımda böyle demedin?" onlarca saat boşuna mı etrafta dolanmıştım.
"O an söylersem ters tepecekti, bu yüzden en azından kendin bir çaba göster diye bir şey demedim." sakin konuşması hem rahatlatıyor hem de sinirlerimi bozuyordu.
"İyi bok yedin." dedim geriye yaslanırken.
O bana aldırmadan çayını içip ayağa kalktı, masaya son bir bakış atıp sandalyenin üzerindeki ceketini giyindi.
"Kahvaltını yap, aç kalma." dedi yakasını düzeltirken.
Cevap vermedim.
"Anahtarı alıyorum, dışarı çıkma. Kapıda kalırsın." dedi bu sefer, itiraz etmek için dudaklarımı araladığım sırada eğilip konuşmama izin vermeden dudaklarını sıkıca bastırıp geri çekildi.
"Görüşürüz." dedi mutfak kapısından çıkarken.
Yine cevap vermedim.
İso'nun ruh haline yetişemiyordum.