Medya; Akgün...
***
"Apo, siparişleri yetiştir!"
Servet amca önüme iki tabağı iterken ona gulmeden edemedim, işler o kadar yoğundu ki kendisini dünyanın en önemli şefi gibi hissediyordu. Gerçi elinin lezzeti o kadar fazlaydı ki gözümde dünyanın en mükemmel şefiydi.
İso piçininde eli lezzetliydi ama adam değildi o yüzden onu saymıyordum.
"Hemen şefim." dedim tabakları seri bir hamleyle alıp mutfaktan dışarı çıkarken.
On dakikadır sabırsızca siparişlerini bekleyen, işten yeni çıkmış iki arkadaşın siparişlerini hızla götürdüm. Masaya bıraktığım anda anında önlerine çekip bir şeyler mırıldandıktan sonra yemeğe gömüldüler.
"Afiyet olsun."
Gömleğimi düzeltip kasaya doğru giderken gözlerim kapıya takıldı, daha doğrusu kapıdan içeri giren Akgün'e...
Siyah bir gömlek ve koyu yeşil bir mont giymişti. Kumaş siyah pantolonu tam olarak üzerine oturmuş, saçlarını ise dağınık bırakmıştı. Kara gözleri üzerimde dolanıyordu.
Normalde korkmam gerekiyorken onu görünce istemsizce sırıttım, çekingen yürüyordu ve kaşları çatıktı. Onu küçüklüğünden beri tanıdığım için bir şey isteyeceğini anlamıştım.
Mesela canımı?
Umursamadan ben de ona yürüdüm, profesyonel bir katil gibi masada oturup bana psikolojik baskı yapacak biri değildi bu yüzden hıyar gibi tam önümde durdu. İki eli de montunun cebindeydi.
"Hayırdır ufaklık?" aslında benden çok küçük sayılmazdı.
"Silahımı ver." dedi gözlerini benden kaçırıp, omuzları düşüktü ve sanki gerçekten silahını alıp gidecekmiş gibi duruyordu. İlk başta kaşlarım çatıldı ama daha sonra dişlerimi göstererek güldüm.
"Vermiyorum." hayretle ve alayla konuştum, kafasını kaldırıp yüzüme baktı.
"Ne demek vermiyorum? Ver lan silahımı. Yoksa seni hemen burada öldürürüm." dedi çatık kaşlarıyla, tatlı duruyordu.
Bir şey söylemek için dudaklarımı yaladım, o sırada sinirli bakışları dudağıma değdi. Kaşları gerildi, hemen gözlerini çevirdi. Afalladım, bu etkilenmiş gibi bakıyordu?
Ulan insan abisine yan gözle bakar mı diye bağırmak istesemde sonradan onu benim öptüğüm aklıma geldi.
"Tamam, gel depoda silah." dedim kafamla malzeme deposunu gösterirken.
İlk bana, sonra da depoya baktı.
"Getir."
"Milletin ortasında mı vereyim? Gel al." kafamı sağa sola sallayıp depoya doğru yürürken.
"Hasbinallah." dediğini duydum.
Etrafıma baktığımda herkesin kendi işiyle ilgilendiğini gördüm, sıkıntı yoktu. Depoya girmeden önce arkamı döndüğümde onun sinirli sinirli beni takip ettiğini görünce sırıtıp kapıyı açıp içeri girdim.
Kapının kenarına geldim ve Akgün içeri girdiği anda yakasından tuttum. Kapıyı sert olmamaya çalışarak kapattım ama onun zıttı bir şekilde gözlerini iri iri açmış çocuğun sırtını duvarla buluşturdum.
Akgün'ün afallamış halinden faydalanıp kolumu boğazına yasladım ve ona biraz daha yaklaştım. Kendine geldiğinde elimden kurtulmaya çalıştı ama izin vermeden sabit tuttum.
"Bana bak lan," dedi göz teması kurarken. "Bir daha sakın beni rahatsız etme, siktir git köyüne."
Yüzünü buruşturup kolumu büyük bir hızla çekti, gücü belki de benden bile fazlaydı ama onu hiç beklemediği bir yerden vurduğum için hamlelerimi hesaplayamıyordu ve güçsüz duruyordu.
"Ben olmasam başkası öldürecek." dediğinde yalandan kafamı eğdim.
"İnanmıyorum, kalbimi söküp krala götürme görevini yabancı biri yapmasın diye mi peşime düştün?"
"Apo, boş konuşma." dedi sinirle ve öfkeyle. "Silahımı ver."
"Yok bende silah falan, denize attım. Git suyun derinlerinde ara." attığım yalana inanmış olacaktı ki öfkelendi.
"Lan geri zekalı o benim silahım bile değildi." dişlerini sıkıp parmaklarını saçlarının arasından geçirdi.
"Mal, zaten kalabalık alanda bile beni öldürmeye niyetlisin. Başkasının silahı olsa ne olacak, suç yine sana kalacak." şu an kendi ölümüm hakkında, daha doğrusu failimin bulunması hakkında rahatça bir tahminde bulunuyordum.
"Evet ama şimdi o silahla ne suç işlenirse Boran'ın üstüne kalacak." amca oğlumun adını duyunca gözlerimi kıstım.
"O içeride değil miydi?" dediğimde omuz silkti.
"Üç ay önce çıktı."
"Alla alla, nasıl peki?" diye yalancı bir merakla sorduğumda saçlarını karıştırırken durdu ve öfkeyle yüzüme baktı.
"Sana ne lan?" diye bağırdığında rahat tavrımı bozup gözlerimi iri iri açtım ve elimle ağzını kapattım.
"Bağırma lan." elimi hızla çekti.
Birkaç saniye yüzüme bakıp ardından düşünceli ve öfkeli bir halde bakışlarını depoya dikti. O belki de başına gelecekleri düşünüyordu ama ben onu sırıtarak izliyordum.
"E ben seni yine de öldürecem." diye kendi kendine hırsla mırıldandı, diğer yandan kafasını aşağı yukarı sallıyordu.
"Öldürürsün." alayla konuşup elimi yanağına koyduğumda buna aldırmadı. Yanağını okşayıp onun kendi kendine mırıldanmalarını izledim.
"Abinin dudaklarının tadı hoşuna gitti mi?" diye sordum gözlerim yüzünün her köşesinde gezinirken.
Okşamalarım bile dikkatini çekmezken bu çekmiş olacaktı ki bakışlarını bana çevirdi. Huysuz bir çocuk gibi bakıyordu.
"Siktir git." dedi elimi itip, kahkaha attım.
"Hadi işim var, öldürmeye sonra gelirsin. Şimdi siktir git."
Birkaç saniye bakınca onun çıkmayacağını anlayıp sıkıntılı bir nefes aldım ve kapıyı açtım. Ona son kez bakıp dışarı çıktım.
İçeri rahatça geçip kasa kısmına geçerken o da dakikalar sonra çıktı, bana ters ters bakarak mekandan çıktı. Sırıtmadan duramıyordum, salaktı bu çocuk.
Onun arkasından uzunca bir süre baktım ve hiçbir şey olmamış gibi işime döndüm.