1 gün sonra...
Mutfakta bir şeyler yiyip güne başlarken sigaramı içerken dışarı çıkmak için plan yapıyordum. Bugün elbette kapıyı kilitleyip gitmemişti, dün sakin sakin cevaplar verdiğim için sözünde duracağımı düşünüyordu.
Geri zekalı.
Sigaradan bir duman daha alıp çayımı kafama diktim, o eve gelene kadar soktuğumun işine bakıp dönmem gerekiyor. Bir şekilde başlangıç yapmam lazım, evde acaba bugün ne saçmalayacak ya da nasıl zarar verecek diye beklemek sikilmiş psikolojime tecavüz ediyordu.
Sigarayı küllüğe bastırdığım sırada zil çalınca kafamı aniden çevirip kapıya baktım, İso'nun olmadığı belliydi. Anahtarıyla girip aniden önüme çıkıyordu.
İzmariti küllüğe bırakıp gömleğimin yakasını düzeltip dış kapıya ilerledim. Çatık kaşlarımla kimin geldiğini merak ederek kapıyı açtım. Karşımda gördüğüm adam ile afalladım. Zafer.
Üzerinde siyah montu ve onun içinde belli olan ince, krem rengi bir boğazlı kazak vardı, altında ise siyah kot pantolon. O ara dikkatimi çeken tek şey gözlerinin sürme çekilmiş gibi durmasıydı. Üçüncü görüşümde ancak fark etmiştim.
"Merhaba," dedi biraz çekinerek.
"Meraba." neden buraya geldiğini sorgularmış gibi baktığım için kendini açıklama gereği duydu.
"İso yok mu evde?" dedi, zaten evde olmadığını biliyordu. Bunun bir bahane olduğunu anladım.
"Hayır," onun oyununa ayak uydurdum, ardından kapının önünden çekildim. "Buyur, içeri gel."
"Müsait mi?" dediğinde sırıttım.
"Yok, donlarım asılı içeride. Bekle toplayayım." dediğimde içeri doğru atacağı adımını geri çekti.
"Tamam, bekliyorum." ciddiyetle ve çekingence söylediği şeye istemsizce gülerken diğer yandan hayretle bakıyordum.
"Zafer, geç içeri." dedim hayretle, kafasını kaldırıp yüzüme baktı. "Espri yapıyorum."
Ciddi olup olmadığımı sorguladı, ardından kendisine kızmış olacaktı ki yüzünü buruşturup daha cesaretli bir şekilde ayakkabısını çıkarıp içeri geçti. O önden salona ilerlerken birkaç saniye arkasından bakıp, milletin gözünü korkutan İso'ya küfürler ederek kapıyı kapattım.
İçeri geçtiğimde Zafer tekli koltuğa oturmak üzereydi, etrafa bakınıyordu. Bu da ayrı salaktı, hâlâ donlarımı arıyor olmalıydı. Sanki görse ne olacaktı.
Bakışlarımı ondan ayırmadan hemen karşısındaki koltuğa geçip oturdum, bakışları bana döndü, kolumu süzdü. Sararmış sargı bezi gözüne takılmış olmalıydı ki olduğu yerde kıpırdandı.
"Sargı bezini değiştirmemiz gerekli." dedi ayağa kalkıp.
"Gerek yok aslında." dedim ama beni dinlemeden geçen gün televizyon ünitesine koyduğu iki üç malzemeye ilerledi. Orada olduklarını bile unutmuştum.
"Kötü olmuş, olmaz öyle." dedi küçük çantayı alıp içini açarken. Yanıma yürürken işine odaklandığı için çekingen halinden kurtulmuştu, böylesi daha iyiydi.
Yanıma gelip oturduğunda elimi tutup ilk başta düğmemi çözdü ve ardından gömleğimin kolunu katlayıp sargı bezini ortaya çıkardı. Elimi alıp kucağına bıraktığında irkildim ama o ne yaptığının farkında değildi.
Dikkatle sargı bezini çözerken onu izledim, diğer yandan da hasar kontrol yapıyordu.
"Sargı bezini değiştirmek için mi geldin?" diye sordum uzun kirpiklerine bakarken.