Ailem onların beni öldüreceğini biliyordu, buna rağmen gözden çıkarmışlardı. Annemle son konuşmamızı hatırlıyorum, sevildiğimi hissediyordum.
Gerçi o zamanlar hep sevildiğimi hissediyordum.
Şimdi annemi arayıp 'anne, ölmemi istedin ama ben can çekişiyorum' demek istiyordum.
O yabancı aileye gittiğimde bana tek destek olan kişi, şu an vücudumu çürüklere boğan adamdı. Ona ne zaman cinsel anlamda bakmaya başlamıştım, o zaman vücudum çürümeye başlamıştı.
Yaslandığım duvarda saatlerdir ağrıyan kolumu tutuyordum, ne zamandır buradaydım bilmiyordum. Hesaplayacak kadar kafam yerinde değildi, acıdan bayılmak üzereydim.
Ama ağlamıyordum. Gözyaşlarım donmuş gibiydi, akmıyordu. Vücudum ise o kadar titriyordu ki, soğuktan olmadığı belliydi.
Kapıdan kilit sesi geldiğinde yorgun bakışlarımı kapıya çevirdim. Kilitler tamamen açıldı, içeriye ışık sızdı. Gözlerimi kısıp bakarken İso'nun geldiğini uzun boyundan dolayı anlayabiliyordum.
"Hadi, yeter bu kadar. Yemek bile yemedin." dedi normal bir sesle, sakince etrafı yoklayıp ışığı açtıktan sonra ifadesiz bakışları bana döndü.
O ifadesiz yüzü saniyeler içinde endişe ile parlarken kaşları çatıldı, iki büyük adımda yanıma gelip sağ dizini yere koyduktan sonra gözlerini koluma dikti.
"Siktir, morarmış bu..." dedi parmağının ucuyla dokunurken. Acıdığı için yüzümü buruşturdum ama inlememek için dudaklarımı birbirine bastırdım.
"Böyle mi duruyorsun sen saatlerdir?" dedi azarlar gibi, o sırada cebinden telefonunu çıkardı. Kolumu bırakmıyordu. "Niye bana söylemedin?"
Kendi kendine mırıldanıp telefonda parmaklarını uzunca gezdirdi ve ardından bir şeye tıklayıp kulağına götürdü. Gözleri benimle buluştu, birini arıyordu. Ritmik çıkan sesi ben de duyabiliyordum.
Elini yüzüme yaklaştırıp yanağıma dokundu yanağımı okşadı, daha doğrusu ne zaman aktığını bilmediğim yaşları dağıtıyordu. Saatlerdir tuttuğum gözyaşlarım onu gördüğüm anda akmaya başlamıştı.
"Alo?" dediğinde telefonun açıldığını anladım. Bir erkek sesi geliyordu ama ne dediğini anlamıyordum.
"Attığım adrese gelmen lazım, yanına malzemelerini al." dediğinde eli hâlâ yanağımdaydı ama dikkati telefondaydı.
"Ev arkadaşım düştü sanırım, kolu morardı. Kırık, çıkık her ne sikimse işte bakılmazsa daha kötü olur. Kimliğini kaybetmiş hastaneye gidemiyoruz, gel bir bak." dedi hararetle, karşı taraf bir şeyler söyledi.
"Eyvallah kardeş." dedi ve ardından telefonu kapattı.
"Birazdan doktor bir arkadaşım gelecek, merak etme o ne yapacağını bilir." dedi ekranda hızla parmaklarını oynatırken. Saniyeler sonra telefonun ekranını kapatıp yeniden cebine koydu. Dümdüz ona bakıyordum.
"İçeri geçelim." dedi sağlam kolumdan tutarken, elini itmek için canımı yakan bir hamle yaptım.
"Bırak beni."
"Naz yapmayı kes." dedi kolumdan tutup biraz zorda olsa kaldırırken. Belimden ve bileğimden tutup beni içeri ilerletirken yine onun 'zarif' tutuşundan kurtuldum.
Ağrıyan kolumu tutarak kilere göre daha sıcak ve güzel kokan salona geçtiğimde sehpanın üzerinde duran, dışarıdan geldiği belli olan yemeklere göz ucuyla baktım. Muhtemelen ben içerideyken sipariş etmişti.
Salona girmek yerine yatak odasına girdiğimde peşimden sessizce geliyordu, kapısı açık olan odaya girip ışığı bile açmadan gidip yatağa oturdum. Ağrıyan kolumu yukarıda bırakacak şekilde yan bir şekilde yattım.
"Gelen arkadaşım benim boşandığımı biliyor, seni tanımıyor." yani diyordu ki bir şeyi açık etme. Burada bile kendini düşünüyordu.
Yine bir tepki vermedim, önüme bakıp ağrıyan kolumu unutmaya çalışırken o yatağın ucuna oturdu. Elini uzatıp dudağımın kenarındaki kurumuş kanı temizlemek için baş parmağını nazikçe sürdü.
"Yüzün mahvoldu." dedi, kendi bıraktığı hasarları yabancı biri yapmış gibi konuşurken.
"Biliyor musun? Hayatımda ilk defa ondan başka birini daha beğendim." sanki benimle konuşmuyordu, belki söylemeyeceği şeyleri söylüyordu.
"Düşün, ondan başka birini..." dedi imkansız bir şeyden bahsediyormuş gibi. "Çok, garip. Ve sinir bozucu."
Kimden bahsettiğini anlamıyordum ama tahmin edebiliyordum. Cüzdanında fotoğrafını taşıdığı o çocuk...
Kalbim acıdı, hâlâ onu seven tarafım bu söylediklerine hıçkırarak ağlamak istedi. Dişlerimi sıktım, kalbim acıyordu.
Dakikalarca düşünceli bir şekilde yanağımı ve dudağımın kenarını okşadı. Şu an onu durduracak gücüm yoktu, gözlerimi bile zorlukla kırpıyordum.
Zil çaldığında aniden transtan çıkmış gibi birkaç saniye etrafına bakındı, hangi konumda ve durumda olduğunu fark edip derin bir nefes alıp ayağa kalktı ve sağlam olan bileğimi tuttu.
"Kalk bakalım, elalemin adamını yatak odamıza sokmam. Salona geçelim."
Zaten kendi istediğini zorluklada olsa yaptıracağı için konuşurken aynı zamanda beni yavaşça kaldırıyordu. Elini itip kendim ayağa kalktım, şu an gelecek olan kişiye ihtiyacım vardı. Bu ağrıdan kurtulmak istiyordum.
Zil bir daha çaldığında o benden önce gidip kapıyı açtı, ayakta dururken kapının ardındaki esmer, kirli sakallı adama baktım. Boyu en az İso kadar vardı.
"Hoş geldin Zafer." dedi İso normal bir sesle.
"Hoş buldum kardeşim."
Elinde çantası ile içeri giren çocuk gözlerini bana dikti, sonra ise koluma döndü. Üst kısmı morarmış ve şişmiş kolumu gördüğü anda uzaktan incelemeye başladı.
Ayakkabısını çıkarıp içeri geçtiğinde ayakta bakmayacağını bildiğim için koltuğa geçip oturdum, ikisi bir şeyler konuşuyordu ama dinleyemeyecek kadar acı çekiyordum.
Adının Zafer olduğunu öğrendiğim doktor anında çantasını açıp yanıma oturduğunda İso tekli koltuğa geçip bir sigara yaktı. Koluma yaptığı şeyleri izlerken yüzümü buruşturmadan edemiyordum.
"Kavgaya mı karıştın aga? Yüzün gözün mosmor." dedi Zafer sargı bezi gibi bir şey çıkarırken.
"Evet, çok sever dayak atmayı." dedi İso alay ve sinir dolu bir sesle. "Ve yemeyi."
İğrenti dolu bakışlarımı ona yönlendirdim, o ise koltukta yayılmış sigarasını içerken gözlerini bir noktaya kilitlemiş sinirle bakıyordu. Çatık kaşlarım ile baktığı noktaya gözlerimi çevirdim. Benim ve Zafer'in birbirine değen bacaklarımıza bakıyordu.
Sıkılı dişlerinin arasından sinirle bakarken kafamı başka yöne çevirdim.
İso'nun bakışlarını daha fazla görüp gerilmemek için.