Sabahın erken saatlerinde İso'nun hazırlanıp işe gittiğini anlamıştım, kendisi beni uyandırma gereği duymamıştı. Ben de kendimi hiç yormamıştım.
Yatağın boş tarafına aldırmadan kalktım ve direkt salona ilerledim. Ev sessizdi, ikimizin gürültülü sessizliğindense bu daha iyiydi. Onun sessizlik orucu beni çıplak görene kadardı. Tenimden en ufak yeri görse gelip öpüyor ve birkaç kelam ediyordu.
Eşofmanımı yukarı çekip mutfağa ilerledim, küçük mutfağa girdiğim an masanın üzerinde duran üç beş parça kahvaltılığa göz gezdirdim. Bir şeyler yiyip gitmiş olmalıydı, benim için kahvaltıyı hazır tuttuğunu düşünmüyordum. Geri yerine koymaya üşenmiştir muhtemelen.
"Şu hale bak," dedim alayla gülerek, çaydanlığın olduğu ocağa ilerledim. "Ufak bir iyilik yaptığına bile inanamıyorum artık."
Nasıl bu hale geldik, neden böyle oldu bu konu hakkında tahmin bile yürütemiyordum. O ne kadar değiştiyse benim de düşüncelerim ve hislerim aynı şekilde değişti.
Eskiden ona güvenip, sürekli yanımda olmasını istiyordum. Keza şimdide öyle ama bu artık mecburiyettendi. Kimsem kalmamıştı ve o beni bıraktığı anda en dibe çökerdim.
Kaçıp gitmeden önce ona bu kadar bağlandığımı bile fark etmemiştim. Ama beni bırakacağını ima ettiğinde bile okyanusun ortasında boğuluyormuş gibi hissettim. Gitmesin istiyordum, beni bırakıp gitmesin.
Çayın altını ısıtırken ilk önce masaya baktım, belki para bırakmıştır diye. Sigaram bitmişti ve elimde hiç para yoktu. Masanın üzerinde paraya dair bir şey yoktu, sıkıntıyla salona yürüdüm televizyon ünitesine, sehpaya her yere baktım ama bırakmamıştı.
Bu, çok utanç vericiydi. Onun bırakmaması değil, kalıbıma bakmadan koca parası beklemem beni çileden çıkarıyordu. Geri zekalı Apo, sen böyle bir adam mıydın?
"Sen adam mısın lan?" kabadayı gibi bağırıp geri mutfağa yürüdüm. Akıl sağlığım koşarak uzaklaşıyordu.
Ocağın başına gidip kaynamak üzere olan çayı kapattım ve kendime bir bardak çıkarıp demli bir çay doldurdum. Çayı alıp masaya geçtiğim sırada bir tane yarım poğaçanın kaldığını gördüm. Kahvaltıda ve yemeklerde çokça ekmek yemezsem asla doymazdım, bunu özel olarak belirtmesemde İso biliyordu. Bunu bilmesine rağmen sadece kendisine özel almıştı.
"Şimdi yesem bir dert, yemesem aç kalacağım." diye mırıldandım yine kendi kendime, daha sonra ise açlığa dayanamadığım için yarım poğaçanın içine peynir koyup ağzıma attım.
Yutkunamadım, boğazımdaki rahatsız eden yumru buna izin vermiyordu. Sıcak çaydan bir yudum alıp derin nefes aldım, ağlamamam gerekiyordu. Elalemin oğlu bana ekmek bırakmadığı için küçük çocuk gibi ağlayamazdım.
Ekmek bittiği için karnımı zeytin, peynir ve domates yiyerek doyururken tabağın içindeki tüm kahvaltılıkları yedim. Kaçta geleceğini bile bilmiyordum, umarım beni akşama kadar tutardı.
Karnımı doyurduktan sonra sigara içme ihtiyacı hissettim, paket olmadığı için küllükte kalan bitmeye yakın sigaralardan bir tane yakıp balkona çıktım. Balkon aşırı pisti, temizlemek geldi içimden ama kendimi tuttum.
Balkon demirlerine yaslanıp çayımı ve dibi gelmiş sigaramı içerken yoldan geçip gidenleri izledim. Şu an içlerinden birine beni buradan kurtarın demek istiyordum.
Sigara bitince pis balkona söndürüp kenara attım, içeri girmek istemiyordum çünkü ev üzerime üzerime geliyordu. Dışarı çıkıp iş aramam lazımdı ama anahtarım bile yoktu, geri dönmek istesem kapıda kalmaktan korkuyordum.
Çayımı içip biraz balkonda durduktan sonra içeri geçtim ve televizyonun karşısındaki koltuğa uzandım. En iyisi bir şeyler izlemekti. Açtığım bir belgesel kanalını izlerken düşüncelere daldım.
Düşüncelerden çıkış yoktu, hele ki içini karartanlardan.
Güneş batıp içeri karanlığına gömüldüğünde televizyonun parlak ışığı altında uykuya daldım.
Ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama kapının sesini duydum, birkaç poşet hışırtısı ve ayak sesleri. Onun geldiğini anlayıp gözlerimi zorlukla açtım, belgesel kanalı hâlâ açıktı. Kendimi zorlayarak ayağa kalktım, midem açlık hissi ile yanıyordu.
Gözlerimi kapattım, çok kötü hissediyordum.
Işık açıldı, parkede onun ayak sesleri geldi.
"Uyuyor muydun?" dediğinde gözlerimi açtım.
Üzerindeki ince mevsimlik montu çıkardı, beyaz bir gömlek ve siyah kumaş bir pantolon giyinmişti. Benim aksime oldukça bakımlı duruyordu, ayrıca tıraş olmuştu. Hem saç hem sakal.
"Evet." dedim uzandığım yerden kalkıp.
"Yemek getirdim, mutfakta. Kalkta yiyelim." dedi gömleğinin kollarını katlarken, enerjik duruyordu.
Kafamı salladım ve ona son bir defa bakıp mutfağa ilerledim. İçeri girdiğimde masanın üzerinde üç tane beyaz poşet duruyordu, hiç aldırmadan gidip masaya oturdum. Hemen ardımdan o da geldi.
"Sigaran var mı?" dedim elimle alnımı ovarken.
"Var," dedi poşetleri açarken. "Montumun cebinde."
"Gidip getirsene." dedim ama bana ters ters baktı.
"Önce yemeğini ye." gülmeye yakın bir ses çıkardım.
"Yemek yemem ne kadar umrunda?" umrunda olsaydı eğer, sabahtan akşama kadar bu adam aç karnına nasıl duracak diye düşünürdü.
"Ne istiyorsun yine?" dedi poşetleri elinden çekip. Sinirlenmişti. "Her defasında laf sokar gibi konuşmaktan ne zaman vazgeçeceksin?"
"Tamam İso, kafa açma." dedim sinirle ama bu söylediğime o daha fazla sinirlendi.
Aniden yanıma geldiğinde irkildim, bileğimden tutup beni zorla kaldırdı.
"Siktir git, sana iyilik yaramıyor. Git aç karnına ne bok yersen ye." dedi kapıya iterken. Dengemi kaybederken ona büyük bir sinirle baktım.
"Yeter lan," bağırtım mutfağın içinde yankılandı. "Ne yaptığını sanıyorsun sen?"
"Bağırma o dilini keserim." dedi elini tehdit eder gibi kaldırıp üzerime bir adım atarken.
"Sen kimsin orospu çocuğu?" elimin tersinde duran sandalyeyi büyük bir sinirle itip yere düşürdüm ama bu kadarı hırsımı almaya yetmeyince masanın üzerinde duran tabaklardan birini alıp ona fırlattım.
Aniden geri çekildiği için tabak büyük bir hızla yere düştü, üzerime öfke ile gelip elini kaldırdı. Yanağımda hissettiğim yoğun acı ile kafam savrulurken bu sefer aldırmadan kafamı yine ona çevirdim.
"Belanı sikerim lan senin," dedi bir tokat daha atarken.
Ona vurmamak için kendimi zor tutup o itişmeden onu iterek kurtuldum ve direkt dış kapıya ilerledim.
"Siktir git, sokaklarda kendini kime siktiriyorsan siktir."
Arkamdan bağırışına aldırmadan ayakkabımı giyinip dışarı çıktım ve kapıyı sertçe kapattım. Aşağı inerken bacaklarım titriyordu.
İso, artık beni tüketiyordu.