Akşamın bir vakti Bursa için bulduğum otobüsün saatinin gelmesini beklerken otogarın açık alanında titreye titreye duruyordum.
Gökmen ile konuştuktan sonra artık burada durmanın bir manası olmadığını anladım. Daha önceden terk etmem gereken bu şehri tüm gerçekler başıma yıkıldıktan sonra bırakıp gidiyordum.
Bugün öğrendiklerimi bilmeseydim, bir gün geri dönmek için çabalardım, intikam için bile olsa ama şimdi onunla ilgili en ufak bir şeyi duymaya tahammülüm yoktu. Onu tamamen hayatımdan çıkarmak istiyordum.
Sigarasızlığa daha fazla dayanamayarak cebimdeki son elli lirayı çıkardım. Molalarda bir şeyler yeme düşüncemi siktir ettim, eğer Bursa'ya gidersem adresini bildiğim lise arkadaşım Batuhan'ın yanına varabilir ve onun bana yardım etmesini isteyebilirdim.
Ayağa kalkıp büfeye doğru kalabalığın içinde yürürken yüzümün oldukça solgun göründüğüne emindim. Ne yemek yemiştim ne de boğazımdan bir damla su geçmişti. Hiçbir öğünümü aksatmayan ben artık kenarda köşede bayılıp kalmamak için bir şeyler yiyordum.
Otobüslerin önünden geçerken iki dakika önce gelen otobüsten çıkan birkaç kişiye gözlerim takıldı. Siyah gömlek ve siyah pantolon giyinmiş esmer çocuk dikkatimi çekerken, sanki anlaşmış gibi gözlerimiz aniden buluştu.
Kuzen çocuğu Akgün.
Ailede kardeşim kadar çok sevdiğim ama evlendiğimden beri görmediğim, benden iki yaş küçük genci gördüğüm an istemsizce gerildim. Karnıma kötü şeylerin olacağını belli eden bir ağrı saplanırken adımlarımı durdurdum.
Kapkara gözleri olan genç beni gördüğü an afalladı, bu sıradan bir rastlaşma değildi. Yüzünde her saniyede daha çok belli olan tehlikeli ifade bunu belli ediyordu.
Arkasında birkaç kişi birikirken gözlerini gözlerimden ayırmadan hareket etti ve aşağı indi. Üzerime yürürken elini saniyelik olarak arkaya attığında belinde bir silah olduğunu anlamıştım.
Orada far görmüş tavşan gibi durmaktan vazgeçip hızla arkamı döndüm ve geldiğim yöne doğru yürümeye başladım. Sikeyim, emindim ki ailem onu buraya göndermişti.
Daha öncelerinde de böyle namus kavgalarında başrolü çekiyordu Akgün. Hayatı dizi olsa ATV'de yayınlanacağına emin olduğum bir çocuktu.
Hayatıma ve bir ay içinde yaşadıklarıma küfür ederek adımlarımı hızlandırdım, bela peşimden ayrılmıyordu. Şimdi de namus davasından dolayı harcanacaktım.
"Sikeyim böyle işi." dedim izimi kaybettirmek için hızlı hızlı yürürken.
Omzumun üzerinden arkada kısa bir bakış attığımda Akgün'ün gerilmiş vücudunu ve çatılmış kaşlarını çok net görebiliyordum. Beni götürmek ya da öldürmek için geldiği çok belliydi.
Kaçıncı yüzyıldaydık ulan biz?
Ağrıyan kolum harekerlerimi kısıtlarken insanlara çarpmamaya çalışarak büyük otogarın içinde nereye gittiğimi bilmeden hızlı hızlı yürüyordum, bir an önce saklanıp buradan çıkmam gerekiyordu.
Kalabalığın içine girdiğimde hiç bozuntuya vermeden aralardan geçip gittim ve kenardan döneceğim sırada kolumdan aniden tutulunca irkildim. Korkuyla arkamı döndüğümde ikinci bir şok geçirdim.
İso...
Büyük bir sinirle bana bakarken çenesi kasılmıştı, elinden kurtulmamam için kolumu sıkı sıkı tutuyordu.
"Yürü." dedi sıkılı dişlerinin arasından.
"Bırak lan." dedim kolumu çekmeye çalışırken ama tabi buna engel oldu.
"Dün geceden beri seni arıyorum, eğer uslu uslu benimle gelmezsen..." sonunu tamamlamadığı cümleyi elini beline atıp silahını göstererek tamamladı.
"Apo!" ikimizin arasına giren kalın, yüksek sesle İso'nun sert bakışları karşıya çevrildi. Akgün olduğunu biliyordum.
İkisinin de silahı vardı ve beni ölümle tehdit ediyorlardı. Her türlü ölümle tehdit ediliyordum.
"Kim lan bu..." diye sinirle mırıldandı İso, ardından beni kenara ittiğinde başka bir el kolumdan tuttu. O elin sahibe baktığımda kolumu saran doktor Zafer olduğunu gördüm. Dümdüz karşı tarafa bakıyordu.
İso etraftaki insanları umursamadan elini belindeki silaha attığında Akgün bakışlarını ona dikti. Bir erkek ile beraber olduğumu biliyorsa bunun baktığı adam olduğunu anlamış olmalıydı.
Peki ben neden çiçekli elbisesi ve al yazması ile erkeklerin arasında kalmış Fatma Girik gibi onlara bakıyordum?
Kendime ve olan duruma sinirimle Zafer'in tutuşundan kurtuldum ve birbirine silah çekmek üzere olan iki adamın yanına ilerledim. O sırada üç tane polis memuru elinde çaylarla dışarı çıktığında Akgün'ün bakışları onlara çevrildi.
Polislerden korkuyordu, zamanında çok kovaladıkları için.
İso ise ifadesini hiç bozmadan ona bakmaya devam ediyordu. Normalde kontrollü bir adamdı, polise yakalanmak istemezdi ama şimdi ne kadar deliye döndüyse hiçbir şeyi umursamıyordu.
Bu hali beni korkuttu çünkü beni ailenin doldurması ile vurma amaçlı gelen kardeşim gibi gördüğüm adamı delik deşik edecek kadar cani biriydi. Onu yavaş yavaş anlıyordum, kıskançlık krizi geçiyordu. Tabi bu onun için daha kibar bir kavramdı, bildiğin cinnetin ve hastalıklı düşüncelerin içindeydi.
"Yürü." dedim İso'nun kolundan iğrenerek tutarken. Bakışları bana kaydı, yeşil gözleri kapkara olmuştu sanki.
Bir kadın yanımızdan geçip giderken silahları göz ucuyla gördüğünde korktu, gözleri iri iri açıldı ve yönünü değiştirip polislere ilerlediğinde bunu gören kişi sadece ben değildim. Akgün kadının gittiği yeri takip edip bir küfür savurdu ve ardından bakışlarını son kez ikimize dikip arkasını döndü.
"İso, hadi aga." Zafer'in ne ara yanımıza geldiğini bile anlamamıştım.
İso giden çocuğun arkasından bakmaya devam ederken Zafer onu zorla tutup çekti. O an transtan çıkmış gibi kendine geldi, gözleri benimle buluştu. Aniden kolumdan tuttuğunda bu sefer itiraz edemedim.
Eli titriyordu, boynundaki ve alnındaki damarlar ortaya çıkmıştı.
"Seni geberteceğim." dedi tükürür gibi.
O beni arabaya sürüklerken şansıma bir kez daha küfür ettim.
Ve İso'ya.
***
Gençler şimdi demeyin bu ne amk, kurgu işte napalım.
Sanırım ben Zaaf kitabını şimdi yazsaydım, sizin hakaretlerinizden dolayı yarım bırakırdım. Bu yüzden aynı 100 takipçim varmış gibi kendi kafama göre yazmaya devam edeceğim.
Ha yapıcı eleştirileri dikkate alıyorum ya da güzel yorumlarınızı.
14binden fazla bxb kitabı var, yani bu kitap size uymuyorsa onları okuyabilirsiniz. Kimse 'Birader kitabını okumayan akplidir' demiyor ki.