"Apo abi arka masaya bir baksana, müşteri geldi."
Yaşı benden küçük olan patronun çocuğu elinde üç beş tabak varken omzunun üzerinden bana seslendiğinde sigaramın sonuna gelmiştim zaten.
"Tamamdır." dedim gözlerimi kısıp sigarayı kapıdan dışarı fırlattım ve büyük adımlarla arkaya yürüdüm. Sabahları hem ön hem de arka kapı açık olduğu için müşteri hangi taraftan geliyordu göremiyorduk.
Masalarının önünden geçtiğimiz iki kadın yanımda eşleri olduğunu düşündüğüm iki adamın varlığına aldırmadan bana baktılar, gözlerimi hızla onlardan çekip çenem dik, umursamazca gelen müşteriye ilerledim.
Artık herhangi bir aldatmaya ortak olmak istemiyordum amına koyayım.
Cam kenarındaki masaya kurulan üç erkeği gördüğümde onlara ilerledim, üzerindeki ceketleri çıkarmış sohbete dalmışlardı bile. Yanlarına yaklaştığımda bana dönük olan iki esmerin bakışları beni buldu.
"Hoş geldiniz beyler." dedim kenardaki sandalyeyi düzeltirken. "Ne alırsınız?"
"Ne yiyelim lan?" dedi kumral olan arkadaşlarına.
"Menü var mı?" balık etli, saçına fön çekmiş bakımlı olan çocuk kibarca konuştuğunda güldüm.
"Menü benim." dediğimde burada menünün olmadığını anladılar ve güldüler.
"Neler var?"
"Adana, Urfa, Tas kebabı, beyti, lahmacun, çorba..." diye saydım, muhtemelen bunlardan birini alacakları için devamında sustum.
Üçü yirmi saniyelik kararlaştırmanın ardından bana döndü.
"İki Adana, bir de Beyti." kafamı salladım.
"Ayran, şalgam?" diye sordum, sabahları içkiler pek tercih edilmiyordu.
"Ayran."
Daha bir şey demeden önüme döndüm ve kenardaki sandalyeleri düzelterek mutfağa ilerledim. Orta yaşlardaki aşçıya siparişleri söyledikten sonra yeniden mekana döndüm.
Bugün ilk günümdü ama çalıştığım yere hemen alışıyordum, sanki kırk yıllık lokantacıymışım gibi davranıyordum. Açığa çıkana kadar biraz idare etmem gerekiyordu.
Ortalama yirmi dakika sonra onların siparişlerini masalarına götürüp arkama döndüğümde kapıdan giren uzun boylu adam ile kaşlarım çatıldı. Ne işi vardı lan bunun burada?
İso yeşil gözlerini etrafta gezdirerek bir kabadayı gibi içeri girdiğinde birkaç kişinin dikkatini çekmişti.
Ön masalarda oturan bir kadının çocuğu ayakta dolanırken içeri giren İso'ya kafasını kaldırıp baktı. Boyundan dolayı bacağımdan bile daha kısa olan çocuğun kafası geriye gitmiş, ağzı açık bir şekilde kendisini fark etmeyen İso'yu izliyordu.
İso'nun bakışları benimle buluştuğunda elini cebinden çekmeden bana doğru yürüdü, o sırada çocuğun annesi ezilmesin diye kenara çekerken çocuk hâlâ bakıyordu. Bense kaşlarım çatık bir şekilde gelen adamı izliyordum.
Hemen yanımdan geçip giderken hiçbir şey demedi, arkaya doğru ilerleyip mekanı rahat gören cam kenarına geçti. Üzerindeki montu çıkarmadan oturup sandalyeye yayıldığında hâlâ ona ters ters bakıyordum.
"Abi, müşteri geldi." dedi patronun küçük çocuğu içeriye patates soğan yetiştirirken.
"Görüyorum." dişlerimin arasından konuşup sabır dilenir gibi kafamı iki yana salladım ve beni izleyen adamın masasına ilerledim. Bir kolunu yanındaki sandalyenin yaslanma yerine koymuş kendi mekanıymış gibi rahat rahat oturuyordu.