Küçükken yaramaz bir çocuk olduğum için çoğu mahalle kavgasının içinde ben de olurdum. Hatta kavgaları başlatan, en az hasarla atlatan kişi bendim.
Birinin bana vurma ihtimaline karşın savunma mekanizmam vardı, dolu geleni boş karşılamazdım. Bunun için babamdan bile çoğu kez dayak yemiştim. Kavga ve dövüşle aram çok uzak değildi.
Şimdi ise, durum çok farklıydı. Sevdiğim bir insan vardı karşımda, darbeleri canımı fiziksel olarak yakmıyordu, mental açıdan beni derbeder ediyordu. Aynı babamda olduğu gibi.
Karşılık veremiyordum, elim kalkmıyor ve dilim tutuluyordu sanki.
Hava kararmıştı, o hâlâ içeri gelmemişti. Gidip nerede olduğunu bile kontrol etmedim, kalbimdeki acının geçmesini bekledim. Ama geçmiyordu, gittikçe artıyordu. Ağlamak istiyordum, ucuz geliyordu. Utanıyordum belki de, bilmiyorum.
Eşek kadar adam dayak yediği için ağlıyordu, kulağa komik geliyordu.
Filiz ve Ayla'nın ahı çıkıyordu belki de.
Oturduğum koltukta geriye yaslanırken kaçıncı sigaramı içtiğimi bile bilmiyordum ama paketi yarılamıştım. Saatlerdir gözlerim dalmış bir şekilde önüme bakıyordum.
Kapının kilit sesi geldiğinde irkildim ama ifademi bozmadım. Keşke bu irkilmem ondan korktuğum için olsaydı, bir ihtimal eski İso'yu görürüm diye umut etmemden dolayı olmasaydı.
Soğuk hava içeri girdi, ardından kapı kapandı. İfadesiz gözlerimi ona çevirdim, çatık kaşları ile kapıyı kitledi ve gidip perdeyi çekti. Biraz daha sakin duruyordu, sanki hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu.
Vücudunu bana çevirip gömleğinin kolunu katladı ve yanımda duran sobaya yaklaştı, yüzüme bakmıyordu. Dikkatle sobanın demirini alıp kapağı açtı ve içindeki ateşi yokladı. Sönmüştü, içerideki yoğun sıcağın bir saat kadar önce bittiğinde fark etmiştim.
"Soba sönmüş..." diye mırıldandı, benimle konuşuyordu. Hem de normal bir şekilde.
Sesimi çıkarmadan onu izledim, ilk başta içine birkaç tane odun attı ve sonrasında cebinden çıkardığı çakmak ile birkaç kartonu tutuşturup içine attı. Sobayı tamamen tutuşturduğunda kapağı kapattı, yanan odunların çatırtısı geliyordu. Sigaramdan bir nefes daha çektim içime.
İso demiri kenara bıraktı, gözleri benimle buluştu. Bakışlarında hiçbir duygu göremiyordum, boş olmasa bile eskisi gibi bakmıyordu.
"Bacağına bakayım." dedi önümde çömelir gibi otururken. Elini kemerime uzatacağı sırada boşta kalan elimle bileğini tuttum, yeşilleri bana döndü.
"Dokunma." ifadesiz sesimle konuşup ardından bileğini iter gibi bıraktım.
Saniyelerce yüzüme bakıp ardından derin bir nefes aldı, ayağa kalktığında çıkmaya başlayan sakallarını sıvazladı.
"Şuradan çıktıktan sonra bir ayarlama yaparız." dedi elini beline koyup, tam olarak neyden bahsettiğini anlayamadım ama sormadım. "Seni gideceğin yere bırakırım, bakarız bir yoluna."
Gideceğim yer mi?
"Gideceğim yer?" diye sordum külü sobanın üstüne düşürürken, yeniden geriye yaslandım ama gerginlikten karnım ağrıyordu.
Beni yalnız bırakacaktı.
"Nereye istersen, izini kaybettirirsin ben gibi. Bilmiyorum." dedi, sağ elini kaldırıp ensesini kaşırken bunları söylemeye çekiniyor gibi duruyordu.
"Sana ayak bağı değilim, tek başıma da gidebilirim." dedim sakince.
Sakin konuşuyordum ama kalbim öyle hızlı atıyor, parmaklarım uyuşuyordu ki...
"Olmaz öyle, beraber çıkacağız." keskin bir dille konuştu.
"Tamam." dedim sadece.
Dudağını yalayıp gözlerini üzerimde gezdirdi, ardından kafasını sallayıp yatağa ilerledi. Yatağın ucuna oturup dolabın içinden bir paket sigara daha çıkardı ve paketi açıp içinden bir dal alıp dudaklarının arasına yerleştirdi.
Ayrılacağımızı belirtmişti...
Nefesim kesikleşirken dilimi ısırdım, az önce bana vurduğu için biriken gözyaşlarım bu sefer hayatımdan bir anda çıkacağı için dolu dolu olmuştu. Saatler önceki darbesi, bu kadar etki etmemişti.
Biten sigaramı sobanın demirine bastırdım, burnumu çektiğimde önüne bakarak sigarasını içen adamın gözleri benimle buluştu. Aldırmadan geri arkama yaslandım.
"Beni bırakacak mısın?" diye sordum.
Dilimi kesmek istiyordum.
Bir şey demedi, sıkıntılı bir nefes aldı. Dudakları aralandı ama saniyesinde geri kapandı, bir şey diyemiyordu. Yeniden konuşmaya meyillendi.
"Doğru olan bu." dedi sadece.
"Doğru olanı sikerim orospu çocuğu." ani gelen öfkeyle sakin ortamda sesimi yükselttim. Ayağa kalktığımda ifadesini hiç bozmadan kafasını yukarı kaldırıp yüzüme baktı.
"Onca şey yaşandı, senin için hayatımı siktim attım. Şimdi öylece bırakıp gidecek misin?" yanına yaklaşırken sinirden titriyordum.
"Hayatını sikip atmanın tek suçlusu ben değilim, bana ilk gelen sendin. Unuttun mu?" diye sordu tek kaşını kaldırıp. Dehşetle yüzüne baktım.
"Noldu lan sana böyle?" dedim tükürür gibi. "Niye böyle davranıyorsun?"
Gözlerimin içine bakarak sigarasını içti, bir şey demedi. O konuşmadıkça sinirleniyordum, gözlerim ise otomatik olarak doluyordu. Önünde böyle çırpınırken sessiz kalması canımı acıtıyordu.
"Noldu oğlum sana?" dedim en sonunda pes etmiş bir sesle, sinirimi bir kenara bırakıp duygularımı ortaya çıkardım.
Yüzüm buruşurken gözyaşlarım teker teker biriktiği noktada kendini serbest bırakıp yanaklarıma hücum etti. Dişlerimi sıkıp engel olmak istedim ama çenemin titremesine bile engel olamıyordum.
"Sikeyim," dedim arkamı dönüp. Sobaya yaklaşırken titreyen vücudumu sakinleştirmeye çalışıyordum ama olmuyordu.
Kaç dakika orada öylece ağladım bilmiyorum ama onun sessiz kaldığı dakikaların bana bir ömür gibi geldiğini biliyordum.
Dakikalar sonra belimde hissettiğim el ile irkildim.
"Ağlama." dedi sigarasını sobaya atarken. Kendimi geri çekmeye çalıştım ama izin vermedi, kollarını belime sarıp sıkı sıkı sarıldı. Eliyle sırtımı okşuyordu.
"Tamam, tamam. Unut dediklerimi." kafasını omzuma yaslarken beni sakinleştirmek için bir şeyler mırıldanıyordu.
Ona karşılık vermedim.
İso, bana yıkım getiriyordu.
***
Not: İso'nun Apo'ya vurduğunu unutmayın, lazım olacak...