Dün gecenin gerginliği ile toplasan iki saat uyuyabilmiştim ve bu bana hiç iyi gelmemişti. Gözümden uyku akıyordu, düşünceler ise başımı ağrıtacak seviyeye getirmişti.
Üzerime attığım ince ceketimi kaldırıp kenara koydum ve saçımı karıştırarak yataktan çıktım. Çıplak kollarımın soğuktan buz gibi olduğunu hissediyordum ama umursamadım. Daha doğrusu bunun için dert yanacak biri değildim.
İçeriden sesler gelirken sıkıntıyla kapıyı araladım ve dışarı çıktım. Sanki hayatımız çok normalmiş ve aslında İso ile hiçbir ilişkimiz yokmuş gibi onunla ve sevgilisiyle aynı evde uyanmak, kalmak bu sabahtan itibaren rahatsız etmeye başlamıştı.
İçeri girip onların yüzünü görmeden önce biraz ayılmanın iyi geleceğini düşündüm ve adımlarımı banyoya yönelttim. Evin içine göre daha temiz duran banyoda lavaboya gidip musluğu açtım ve soğuk suya aldırmadan avucuma su doldurup yüzüme vurdum. Aynı işlemi birkaç kez daha tekrarlayıp ayıldığımdan emin olduktan sonra musluğu kapatıp etrafıma bakındım. Asılı duran havluyu es geçip kağıt havluya uzandım ve biraz çekip yüzümü kuruladım.
"İso, hadi gelsenize." Gökmen'in sesini duyduğumda gözlerimi devirdim, çocuğun hiçbir suçu yoktu ama beni geriyordu. Bir insan bu kadar saf olamazdı, fazla saflık artık salaklığa giriyordu.
Banyodan çıkıp salona girdim, o sırada İso ve Zafer konuşarak mutfağa doğru yürüyorlardı. İso'nun bakışları beni buldu, üzerimi süzerken konuşmaya devam ediyordu.
Ona aldırmadan ben de mutfağa ilerledim, içeri girdiğimde Gökmen'in masanın başında oturduğunu gördüm. Telefonu ile ilgileniyordu ve yüzünde mutlu bir ifade vardı. Şu kadar mutlu olsam bana yetebilirdi aslında.
"Kahvaltı yaptıktan sonra dışarı çıkalım biraz, etrafa bakınalım." İso'nun sesi geldiğinde kendime gelip ben de masaya ilerledim.
"Olur." dedi Zafer sadece.
İso masanın diğer ucuna geçerken, Zafer hemen yanına oturdu. Ben de onun karşısına geçtim, böylece şeytan üçgeni tamamlanmış oldu.
"Günaydın." dedi Zafer yerine yerleştiğinde, dün gece odama gelip beni öpen adamdan eser yoktu. Zor bela günaydın demişti sanki, onun korkusundan.
"Sana da günaydın." dedim kalın sesimle.
İso'nun bakışları ikimiz arasında gidip geldi, ufak bir iletişimden bile rahatsız olmuş görünüyordu. Derin bir nefes alıp dümdüz önüne baktı ve saniyeler içinde çatık kaşları düzeldi. Yüzüne bir gülümseme yayıldı.
"Allah'ım şu güzelliğe bak ya." dediğinde karşısındaki çocuğa dediğini fark edip sandalyede geriye yaslandım.
"Yapma...." dedi Gökmen utangaç bir sesle. Ağzıma bir zeytin atarken göz ucuyla ona baktım, telefonunu kenara bırakıp sırıtarak utanmış bakışlarını tabağına çevirdi.
"Deliriyorum senin için." dedi İso dişlerini sıkıp.
"Reis çayları doldursana ya." dedim Zafer'e bakıp. Konuyu değiştirmem gerekiyordu yoksa sinirle kahvaltı masasını İso'nun götüne sokabilirdim.
"Tamam." dedi Zafer anında ayağa kalkıp.
"Apo, ben senin numaranı kaydetmedim. Eğer sıkıntı olmayacaksa alabilir miyim?" Gökmen'in sesi geldiğinde bakışlarımı ona çevirdim, ağzımdaki lokmayı çiğnerken çekingen ifadesine öküz gibi baktım.
"Onun telefonu yok." dedi İso benim yerime cevap verip, Gökmen şaşırdı.
"Nasıl? Niye yok?" diye sordu anlam veremeyek, ben de anlam veremiyordum.
"Kırıldı, yakında alacağım." dedim sadece.
"Aa anladım, tamam o zaman. Umarım güzel bir telefon alırsın." dedi önüne dönüp, bu çocuk neden Amerikan dublaj gibi konuşuyordu?
"He inşallah." dedim sadece.
O sırada Zafer çaydanlığı alıp masaya getirdi ve herkesin çayını teker teker doldurdu. Ona kafamla eyvallah çekip kahvaltıma odaklandım. O sırada diğerleri sohbet etmeye başlamıştı. Aldırmadan bir şeyler yemeye devam ettim, güç almam gerekiyordu.
"Bugün ormanda gezebilir miyiz?" dedi Gökmen.
O sırada aklıma Akgün geldi, yarın yanıma gel demişti ama yerinden bahsetmemişti manyak. Burada da komşu ev bile yoktu, nerede olacaktı bu salak çocuk acaba...
"Kapının önüne çıkar bir çay içeriz, orman tarafı güvenli değil." dedi İso, sanki kendisi çok güvenliydi.
"Peki," dedi Gökmen birkaç saniye durup.
Küçük peynir dilimini ağzıma atıp ardından çayı kafama diktim, dün geceden beri soğukta kaldığım için sıcak çay içimi ısıtmıştı resmen. Bir tane daha içmek için Zafer'in sağ tarafına koyduğu çaydanlığa uzandım.
Çaydanlığı elime aldığım anda masaya biraz fazla eğildiğim için dengemi sağlayamadım, elim hafifçe titrerken çaydanlıktaki sıcak su iki üç damla dışarı taştı. Bir küfür mırıldandım.
O sırada Gökmen refleksle elini çekti ve yüzünü buruşturup elini tuttu.
"Yandım..." dedi elini tutarken, çatık kaşlarım ile ona bakıp umursamadan çayımı doldurdum.
"İki damla geldi." tamam aşırı sıcak olabilirdi ama iki damla sıcak suylada kimse ölmezdi.
Gökmen bana ters ters baktı.
"Olabilir," dedi hâlâ elini tutarken. "Pardonda diyebilirdin." Kaşlarımı çattım.
"Pardon." dedim alay eder gibi tepkisini inceledim. Kafasını iki yana salladı.
"Gerçekten konuşmayı bile bilmeyen insanlardan nefret ediyorum." diye homurdandı kendi kendine. "Yabani."
Gözlerim irileşirken şaşkınlıkla sırıttım, şimdi kavga modumu açmıştım. Tam bir şey diyecekken sözüm kesildi.
"Gökmen," İso'nun sesi sinirli geliyordu. "Düzgün konuş."
Buna tek şaşıran ben değildim, masadaki herkes şaşkınlıkla çatık kaşlarıyla karşısındaki adama bakan İso'ya döndü.
"Ne?" dedi Gökmen, anlamadığı için değil şaşırdığı için sormuştu.
"Düzgün konuş." dedi İso yine bastırarak.
Gökmen'in gözleri dolu dolu olurken dudaklarını birbirine bastırdı ve saniyeler sonra ayağa kalktı. Elini tutmaktan vazgeçip İso'ya üzgün ve sinir karışımı bir ifadeyle bakıp sandalyesini hafifçe itip kapıya doğru yürüdü.
İso o giderken hiç umursamadı ama kaşları hâlâ çatık duruyordu. Normal bir şekilde kahvaltısını yapmaya devam etti.
Zafer ile gözlerimiz birleşti, şaşkınca baktık ama ardından bakışlarımı tabağa çevirdim.
****
Panoda 1131 (panoya yazmanıza engel olan watty kuralı gibin bir şey) yiyen varsa ve geçmesini istiyorsa buraya yazabilir. Mesaj atacağım herkese ama önceden mesaj attıklarım yazarsa elimin tersiyle vururum...