"Ben biraz etrafta dolanıp geliyorum."
Bir saattir içeride sessizce otururken artık bu sessizlik rahatsız edici olmaya başlamıştı, daha doğrusu benim sessizliğim. Biriyle konuşmak istiyordum, bu kişinin Zafer olmasını çok isterdim çünkü ondan akıl almayı seviyordum ama şu an benimle göz göze gelmeye bile çekiniyordu.
"Çıkamazsın." İso konuşmasının arasında bana bakmadan konuşurken ayağa kalktım.
"Tamam, birkaç saate gelirim." dedim üzerimi düzeltip, adım atmaya yönelmiştim ki İso'nun keskin bakışları bana döndü. Kaşları çatık duruyordu.
"Çıkamazsın dedim."
Yine asarım keserim moduna girdiği için sıkıntılı bir nefes alıp onu dinlemeden dış kapıya doğru yürümeye başladım. Burada herhangi bir yere kaçacak halim yoktu, onu takip eden adamların ise belki de benden haberi bile yoktu.
"Bekle lan," dedi İso, dış kapıya baktığımda onun ayağa kalktığını gördüm. "Zafer'in telefonunu al, seni aradığımda aç. Bir saat içinde burda ol, fazla uzaklaşma."
Yanıma gelen uzun boylu adama ters ters baktım. Zafer'de omzunun üstünden bizi izliyordu.
"Ezan okunmadan burada olurum babacım." dediğimde telefonu bana uzattı ve ardından boşta kalan eliyle yanağımı sıktı.
"Aferin." dediğinde kaşlarımı çatıp elini ittirdim ve peşimi bırakması için telefonu alıp arkamı döndüm.
O sırada odadan çıkan Gökmen ile göz göze gelirken ona aldırmadan kapıyı açıp fırsat vermeden geri kapattım. Hareket etmeden birkaç saniye dışarıdaki temiz havayı içime çektim. İçeride onlarla durarak kendimi zehirliyordum.
Etrafımı incelerken yürümeye başladım, telefonu cebime sıkıştırıp evden hemen uzaklaşmak için daha hızlı yürüdüm.
Kimsenin olmadığını bilmek rahat rahat dolaşmama sebep oluyordu. Akgün'ün buralarda olduğunu biliyordum aslında ama bu büyük ormanlık bölgede nerede olabileceğini tahmin edemiyordum.
Elim cebimde sıkıntılı bir şekilde yürürken cebimdeki telefonu çıkardım, İso resmen çocuğun elinden telefonunu zorla alıp bana vermişti. Ekran kilidini açtığımda önümde rakamlı şifreler çıktı, rastgele bir şeyler girip otuz saniyelik kitlemenin ardından ekranı kapatıp telefonu yeniden cebime koydum.
Biraz daha ilerledikten sonra ağaçların az olduğu bölüme geldiğimde durmuş vaziyetteki siyah renkli arabayı görünce irkildim. Adımlarım kendiliğinden yavaşlarken ilk olarak hissettiğim şey korkuydu. Ardından ise arabanın sahibinin Akgün düşündüm.
Arabanın görüş alanından çıkıp arkasına dolanmak için yavaş yavaş yürürken diğer yandan etrafıma bakınıyordum. Arabaya geldiğimde arka koltukta kimsenin olmadığını gördüm, sürücü koltuğunda ise hareketsizce duran insan bedenini fark ettim. Çatık kaşlarımla ön cama ilerledim ve gördüğüm manzaraya pek şaşırmadım.
Akgün... Kollarını birbirine bağlamış, gözlerini kapatmış düz bir ifadeyle uyuyordu.
Sakalımı kaşıyıp sırıttım ve onun tarafına yöneldim. Cama geldiğim an elimin tersiyle sertçe cama vurdum. Çıkan tok ses uyuyan gencin aniden gözlerini açmasına sebep oldu, elini hızla yanına atıp kaldırdığında cama doğru tutulmuş silahı gördüm.
Bu silahı nereden bulmuştu?
Akgün kısık gözleriyle gergince yüzüme bakarken ben silahı nerden aldığını çözmeye çalışıyordum. Sonunda uykudan sıyrılıp beni tanıdığı an yüz ifadeside değişmişti. Silahı hızla indirdi ama elinden bırakmadı. Kapıyı açmak için bir hamle yaptığında birkaç adım geriye gittim, o da anında dışarı çıktı.