Bölüm 25
Nikolai
Gecenin ikisinde bir çığlık sesiyle uyandım. Gözlerimi açtığımda çığlıklar hâlâ devam ediyordu. Üzerimdeki ince örtüyü kenara iterek otel odasının balkonuna koştum. Karanlık odadan çıkıp da birden otel sahilinin ışıklarına bakınca kısa süreli bir körlük yaşadım. Gözlerim ışıklara alıştığında çığlıkların geldiği yöne doğru baktım. Çok iyi göremiyordum ama çığlıkların yan otelin sahilinden geldiği barizdi. Diğer balkonlara baktığımda benim gibi çığlıklara uyanmış ve çığlıkların nereden geldiğini anlamaya çalışan insanlarla dolu olduklarını gördüm.
Bir dakika daha düşünmedim. İnsanların neden çığlık attığını, olayın ne olduğunu bilmeden sanki elimden bir şey gelebilecekmiş gibi kendimi odadan dışarı attım. Katımda boş bir asansör bulmam şansımaydı, zira buraya geldiğimden beri asansörlerin hiçbirini ne katımda yakalayabilmiştim, ne de boş bulabilmiştim.
Otelin sahile açılan kapısından çıkıp yan otelin sahiline doğru koşturdum. Sanki bir şey beni oraya doğru çekiyordu, sanki olay benimle ilgiliydi. Oraya ulaştığımda çığlıklar artık bağırışlara dönüşmüştü.
Tiz bir ses işittim. Kızın biri bir yere işaret ederek ağlamaklı bir sesle bağırıyordu. "O orada değildi! Birden denizden çıktı! Hem de günlük kıyafetlerle! Size diyorum; o bir hayalet!"
"Birdenbire yürüyerek denizden çıktı, o insan olamaz!" diye bir başka bağırtı duydum.
Günlük kıyafetlerle denizden çıkabilecek tek bir kişi tanıyordum: Aurora. Ama onun Melbourne'de ne işi olurdu ki? Başka biri olmalıydı. Başka bir siren olmalıydı. Başka bir şey olmalıydı. Ne göreceğimden habersiz bir şekilde kızın işaret ettiği yere baktım.
Başka bir şey değildi. Başka bir siren değildi. Ya da başka biri değildi. Dünyanın öbür ucunda bıraktığımı düşündüğüm kişi buradaydı. Melbourne'de. Benimle birlikte. Aurora bağrışan insanların karşısında donakalmış bir şekilde dikiliyordu. Kıyıya vuran dalgalar ayaklarına kadar ulaşıyordu.
"Aurora?" dedim, hayal görmediğimden emin olmak için.
Aurora tüm o kargaşanın içinde sesimi duydu ve başını yavaşça bana doğru çevirdi. Gözlerinde korkuyla karışık bir endişe vardı. Beni tanıdığında gözlerini kırpıştırdı ve kısık bir sesle "Gerçekten burada mısın, Nik?" diye sordu.
Birkaç adımda yanına varıp ona sıkıca sarıldım. Geri çekilip elini tuttuğumda "Bu gerçek hissettiriyor mu?" diye sordum. Aurora beni ölümden kurtardığında bana bu sözleri söylemişti. Bunu hatırladığını umuyordum.
Aurora yavaşça gülümserken gözleri doldu. O anı hatırlıyordu elbette. Kafasını sallarken "Gerçekten sensin." dedi.
Omzumun üstünden arkamda kalan insanlara göz attım. Sus pus olmuş bir şekilde bize bakıyorlardı. Birkaçının otele doğru hızlıca ve ikide bir arkalarına bakarak ilerlediğini gördüm. Biri güvenlik görevlisiyle konuşuyordu ve bizi işaret ediyordu.
Dudaklarımı düz bir çizgi haline gelene kadar birbirine bastırdım. Aurora'yla konuşmaları iyi olmazdı, onun ne olduğunu anlamamaları gerekiyordu. Tekrar Aurora'ya dönüp "Gel, seni bu kargaşadan uzaklaştırayım." dedim.
Usulca başını salladı ama tek kelime etmedi. Hala neden burada olduğunu delicesine merak ediyordum ama bunu daha sonra da sorabilirdim. İlk görevim onu korumaktı.
Aurora'yı insanların gözlerinden korumak istercesine tek kolumu omzuna atıp onu kendime çektim.
Otel odasına varana kadar tek kelime etmedik. Odaya girdiğimizde Boone hala uyuyordu. Aurora'yı kendi yatağıma oturttum ve dönüp sessizce kapıyı kapattım.
Aurora'nın yanına geri döndüğümde bir saniye için Boone'ya sabitlediği gözlerini bana çevirdi. "Teşekkür ederim," dedi sessizce, "beni kurtardığın için."
Bir iç çekip yanına oturdum. Uzanıp elini tuttum ve direkt olarak gözlerine baktım. "Sen beni ölümden kurtardın, Aurora. Hayatım sana ait. Teşekkür etmene gerek yok."
"Karaya çıktığım seferler arasında ilk kez bu kadar çok insanla karşı karşıya geldim. Ne yapacağımı bilemedim. Onları öldüremezdim, bu doğru olmazdı ama kendim için korktum. Öylece kaldım, hareket edemedim. Eğer sen olmasaydın..." Aurora sözlerini tamamlamadı ya da belki de tamamlayamadı.
Onu anladığımı belli etmek ister gibi elini sıktım. Aurora gözlerini odada ve Boone'nın üzerinde gezdirdikten sonra tekrar bana döndü. "Burada ne işiniz var?" diye sordu.
"Tatil için geldik. Nina da burada. Adrian sana bir süre Hammerfest'te olmayacağımı söylemedi mi?"
Kafasını iki yana salladı. "Saray karışıktı, hatırladığını bile sanmıyorum."
Onu bir kez süzüp "Peki, senin burada ne işin var?" diye sordum. "Borealis'ten buraya kadar yüzdün mü?"
"Hayır." dedi ve anlatmaya nereden başlayacağından emin olamıyormuş gibi duraklayıp iç çekti. En sonunda kararını vermiş gibi hikayesini anlatmaya başladı. "Adrian beni sizin evinizden almaya geldiğinde olayı kabaca anlatmıştı. Saraydaki tüm kargaşaya neden olan şey Australis'ti. Birden çıkageldiler ve barışı garanti altına almak için kraliyet evliliği talep ettiler. Bir prensese karşılık bir prenses. Adrian'la bu yüzden tartışıp sarayı terk etmiştim."
Hızlıca araya girdim. "Ve bana gelmiştin." Tartışmayı terk edip bana sığınmış olması her zaman gururumu okşayacaktı.
Başını salladı. "Doğru. Başka kime gideceğimi bilememiştim. Nefes almaya ihtiyacım vardı. Saraya döndüğümde Australis'in teklifini kabul etmek zorunda kaldım."
Gözlerimi kısa bir an için acıyla yumdum. Boğazıma oturan yumruyu yutkunmaya çalıştım ama yapamadım. Hiçbir şey demeden onu dinlemeye devam ettim.
"Prens Blade'le birlikte Australis'e geldim. Evlilik öncesi kraliyeti ziyaret etmek, gezmek ve kraliyetin halka gelinlerini tanıtabilmeleri için. Ama bazı olaylar vuku buldu. Cinayetler."
"Hammerfest'teki gibi mi?" diye sordum.
"Biliyor muydun?" diye karşılık vererek beni onaylamış oldu. "Orada başladı, şu ansa Brezilya'da."
"Peki, Melbourne'e neden çıktın? Nasıl oldu da tam olarak benim bulunduğum bölgeye gelebildin?"
"Borealis'i aramam lazım. Adrian'a haber vermem gereken şeyler var. Aslında buraya çıkmayı amaçlamamıştım, Blade'in karadaki evine gitmeyi planlamıştım, buralarda bir yerlerde olmalıydı ama bilmediğim topraklardayım, haliyle kayboldum ve kendimi birden burada buldum. Onca insanın karşısında. Ama seni de buldum, Nik."
"Kaderin bizimle ilgili planları olmalı." dedim, önüne düşen bir tutam saçı kulağının arkasına ittirirken. "Hemen dönecek misin?" diye ekledim.
"Borealis'i aradıktan sonra evet."
"Sabaha kadar burada kal. Gece sular daha da karanlıktır, tekrar kaybolmanı istemem."
Kafasını salladı. "Sanırım haklısın. Australis yokluğumu bile fark etmeyecektir. Güneşle birlikte yola çıkarım."
Gülümsedim. Durum ne olursa olsun, Aurora'yla fazladan birkaç saat geçirmek için her şeyi yapardım. Boktan bir durumun içinde olduğumuzu biliyordum. Adrian ile sevgiliydi, Blade ile evlenmek üzeriydi ama şu an benim yanımdaydı. Bu birkaç saat için o sadece benimdi. Aurora'yı paylaşmaktan mutlu değildim elbette ama onu tamamen kaybetmeyi de göze alamazdım. Beni uyarmıştı ve ben de buna razı olmuştum, şimdi onu kendime saklamayı istemeye hakkım yoktu. Güneşle birlikte gideceğini bile bile o zamana kadar benimle kalacağı için seviniyordum.
"Telefonu kullanabilir miyim?" diye sordu Aurora, iç hesaplaşmamı bölerek.
"Tabii." dedim telefonun yerini göstererek. İstemesem de kalkabilmesi için elini bıraktım.
Aurora yerinden kalkıp telefonun yanındaki tekli koltuğa otururken onu izledim. Numarayı çevirirken gözlerindeki korkunun tamamen silindiğini ve geriye sadece endişenin kaldığını gördüm.
Multimedyada @mrs_water'ın yapmış olduğu afiş var, bu afiş için ona teşekkürler ve öpücükler. *-*
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aurora'nın Şarkısı 1-Kutup Gecesi
FantasíaAdrian suydu, Nikolai kara. Aurora ise suya çekilen ama karaya özlem duyan bir siren melezi. Savaş yaklaşırken tarihin ilk melezinin ne olduğu hakkında bir bilgisi ve ona yol gösterecek kimsesi yoktu. Ölümcül siren sesi, karadaki insanlar için bir t...